Sevgi ve nefret arasında var olduğunu zannettiğim uçurumun aslında incecik bir çizgiden ibaret olduğunu, seni hışımla kesip çıkarttığım bir fotoğrafa özlemle bakarken anladım. Varlığın 

benim yaşamaya dair tüm yollarıma taş koyarken yokluğunda yolların nereye çıktığı değil, yalnızca ama yalnızca sana çıkmadığı düşüncesi, beni yakıp kavurduğunda tüm gücümle 

bağırdım, kızdım. Kendimi ve herkesi senden nefret ettiğime inandırdım. Haberin olmadan sana öfke kusup her gece yine haberin olmaksızın sana sığındım. Tüm öfkemi, kırgınlıklarımı ve olanları sanki bambaşka birinden bahsedermiş gibi boyun girintine sığınıp sana anlatmayı, 

açtığın yaraları katilim sen değilmişçesine öperek iyileştirmeni diledim. Yalnız bilirsin 

sevgilim, bazı dilekler gerçekleşemeden insanla Tanrı arasında kaybolup gider. 


 Tanrı’nın bana fazlasıyla kızgın oluşundan mı yoksa senin, onun cehenneminden büyük nefretinden mi bilmem, sana dair gerçekleşen dileklerim yalnız bir sokak başında gözlerimin gözlerine iki saniye değmesiyle sınırlı kaldı. Sen avuç içlerimi hiç öpmemiş, şehir ayaklarımızın altındayken bulutların, kuşların ve rüzgârda savrulan saçlarımızın şahitliğinde 

beni sevdiğini haykırmamışçasına öylece geçip giderken ben sana dair her şeyi o kısacık anda tekrar yaşadım. Sana dokundum, seni öptüm, en sonundaysa şakağıma dayadığın silaha rağmen ellerinin güzelliğine ağladım. Tüm bunlar yaşanırken içimde imparatorluklar kurup yıktım, seninle haberin bile olmayan savaşlar verdim. Takvimleri dünyanın yaratılışından bu 

yana senin adını göstermiş, sınırları içerisinde akrep ve yelkovanlar senden başkasına uğramamış bu diyarda senin adınla fırtınalar estirirken sevgilim, sen kafanı çevirip ne hâlde olduğuma bakmaya yeltenmeyişinle parmağını kıpırdatmadan beni yine, hep ve sayamayacağım kadar çok kez yenilgiye uğrattın.


 Senin ardından aylarca çoktan yaşanıp bitmiş bir oyunu artık bambaşka oyunlarda olan oyuncularla ve hiç var olmamış seyircilere tekrar tekrar sergiledim. Bazen repliğimi unuttum, göğe baktım, yardım etmesi için gözlerimle birini aradım; perde kapanmış, herkes dağılmıştı, 

bense hâlâ unuttuğum repliğimi bulmaya çalıştım. Hep aynı noktada tıkandım, hatırlayamadıkça oyunu başa sardım. Farkımda hiç olmamış onlarca insan, başka yerlerde hayatlarına devam ederken 

ben onlarla kavgalar ettim, küsüp barıştım, affedip cezalandırdım. Bir noktada durdum. Saatler durdu, takvim yaprakları uçuştu. Önemli bir anda değil, herhangi bir yerde, herhangi bir saniye, hiçbir şey yokken. Seni affettim. Elime silahı alıp sahnenin tam ortasında seni alnının çatından vururken affettim. Yaptığın, yaşattığın ve yıktığın her şeye rağmen affedip seni azat ettim, verebileceğim en büyük cezayı haberin olmaksızın bendeki yerinden ederek 

verdim. 


 Tanrım, sevgilimi kafamdaki karanlık tiyatroda kendi ellerimle öldürdüm. Beni sevdiğinden emin değilim amaaramızda kaybolup gitmesin istediğim -kendim için değil- bir tek dileğim var;

yürüdüğü yollardan en güzel çiçeklerini esirgeme.