Düşünülmeyen, tekrarlı ve tutarsız hayatlar yaşıyoruz. Her geçen yılla birlikte artan bilgilerimiz, sırtımızda geçmişten getirdiğimiz tabularımıza savaş açıyor. Öyle ki onların kavgasında her ikisine de kulaklarımızı tıkıyor ve sadece yaşıyoruz. Dümdüz ve ileri... Tutarsızız, duyarsızız, kararsızız. Yirminci yüzyılla birlikte açıkça, hayatı anlamaya çalışanların devri doldu ve kimimiz yirmi birinci yüzyılda edebiyattan hala bunu beklemekte. Öyle ki edebiyatın hala gelişmesini veya büyümesini umut etmektedir. Zannımca kendi edebiyatımızda postmodern romancılığı ve ikinci yeni şiiri yaşadıktan sonra böyle bir bekleyişe girmemiz önceki nesille aramızdaki bağın kopukluğundandır. Zira edebiyat da diğer sanat dalları gibi artık üstüne yeni eklemeler yapacağımız o katı yapıdan, tamamen belirsiz ve akışkan bir hale bürünmüştür. Varoluşçuların absürt insanı bugün, evrendeki uyumsuzluğu anlamaktan başka bir şey yapmakta; uyumsuzluk düzeninin şeklini bozarak doğa durumunun dışında ve yalnızca kendi zihnindeki uyumsuzu kurmaktadır. Böylece edebiyat da diğer sanatları da gerginliğin yüksek sıcaklığından eriyerek nasibini almış oluyor. Belki de bu yüzdendir ki artık anlaşılma kaygısının yerini sezgiye bırakması edebiyata yetmiyor. O, ihtişamlı sarayların yalnızca gölgesini göstermek dün kralın çıplak olmadığını kabul ettirdiyse de bugün çoğumuz edebiyatın kendi çıplaklığının farkında.
İnsan böylesi karamsar zamanlarda ya ironiye başvurarak zihnini dinç tutar ya da bilincini kapatarak işi gerçeküstücülerin yaptığı gibi zihninin ardına bırakır. Fakat bizim neslimiz bunları yapacak gücü de çoktan yitirmiştir. Ekonomi temelli bilişim insanı vaktinin tamamını para kazanmaya ya da para harcamaya mecbur bırakılmaktan düşünme yetisini çoktan rafların üstüne kaldırdı. Dünya denilen yedi parsel toprağın ve hayat dediğimiz kırk günlük yorgunluğun insanları artık çıldırma derecesine getirdiğinin hepimiz farkındayız. Usuller, fasıllar, icaplar bu zamanda işlevini yitirdi ve biz insanlar açıklaması olmayan eylemler yapıyor veya sürdürüyoruz. Öyleyse insanın kendisi mantık ilkelerinin dışında kendine yer bulurken edebiyatın mantıkla ilişkisi mümkün müdür? Ayrıca bunun daha önceki çıkmazlardan da bir hayli farklı olduğunu söylemek lazım. Günümüz şairlerinin anlaşılmazlığının Edebiyat-ı Cedidecilerden ya da İkinci Yenicilerden ayrılan yönü bu anlaşılmazlığa seçenek olarak değil mecburiyetten tutunmalarıdır. Soyut anlatım, ironi, absürt hikaye ediş belki de ilk kez bir seçenek değil zorunluluktan ortaya çıkmış durumda. Ben kafayı yiyen insanın kafayı yiyen edebiyatına inanıyorum. Freud'un çoklu insan psikolojisiyle anlatmak istediği, insan ruhundaki tabakalaşmanın en yalın biçimiyle sunulmasına da... Şüphesiz bu yenilik de diğerleri gibi başta maraz ve belki sakat birkaç ürün verecekse de yeni bir gelişin var olduğunu sezmek insanı heyecanlandırmıyor değil. Söylemesi kendi adıma epey zor bir söz edeceğim; heyecanlanıyorum dostlarım, heyecanlanıyorum.