Bu hikâye, Kıvılcım’ın Sude’ye âşık olduğunu fark etmesi hakkındadır. Sapıklık, sapkınlık, serkeşlik, serserilik ve bolca insan doğası barındırır. Zira insan müsveddesi dışını yıkayıp, silip, boyayıp içinde bok barındırmak üzere vücut bulmuştur. İsmi ile müsemma beşer. Her adımında şer, her adımında şaşar.
Kızımız Kıvılcım, 16 yaşlarında Bursa’nın sakin mahallelerinden birinde doğup büyüdü. Lise ikiye geçtiği yaz tatilinin sıcak bir gününde, akşama biraz vakit kala annesine birkaç parça şifa satın almak için eczaneye gönderildi. Annesinin eline tutuşturduğu küçük beyaz not kâğıdına bakmamıştı bile. Yürüyerek vardı eczaneye, eczanenin üstündeki apartman dairelerinin balkonlarına bakarak girdi eczanenin kapısından. Aklı havada kâğıdı tezgâhtar çocuğa uzattı, aklı havada bekledi, aklı havada kendine uzatılmış ilaç poşetine uzandı, poşeti aldı, kasaya yürüdü. İşte tam o sırada havadaki aklı aşağıya eğilmiş, kalbine bir ıslık çalıp eliyle “gel gel” işareti yapıp onu da ayartmaya çalışmıştı. Kasanın yanındaki tezgâhın altından çıkan dünyalar güzeli Sude’yi işte tam o anda fark etti. Yeşil mi, mavi mi gözleri? Kahve mi, kızıl mı saçları? Biraz gülümsedi Sude. Yüzünün şeklinde birkaç nur dalgası ileri, Kıvılcım’a doğru yayıldı gülünce. “Kızım sen doğunca çok ağladın da anan baban sen sakinleş diye gün batımında ufukların kızıllığına gezmeye mi götürdü seni?” dedi içinden. “O nasıl kahve mi, kızıl mı saç? O nasıl efsunlu gülümsemek?” Hemen kaçar adımlarla terk etti eczaneyi. Bir solukta evine düştü, poşetleri annesinin üzerine atıp odasına girdi koşar adım. Yatağına yüzüstü kapaklandı. Birkaç gün bu şekilde kaldı. Arada muhtemelen günlük hayatına devam etti ama o, kendini birkaç gündür yatağında yüzüstü kapaklanmış sanıyordu. Sonunda kalp çarpıntısını kontrol altına aldı ve muhtemelen eczanede kalfa olarak çalışan Sude ile tanışmaya karar verdi. “Benim bir sürü kız arkadaşım var ve sen de onlardan biri olmalısın. Bunun saçların, gözlerin ve o saçma gülüşün ile hiçbir alakası yok. Sadece mahalleden falan arkadaşım olacaksın.” diyecekti. Annesine bahane üretmeden evden çıkabiliyor olmasına rağmen ninesine gideceğini söyledi. Heyecanını yenemediğini böylelikle fark etti. Telefonla konuşan annesi, eliyle beklemesini işaret etti. Telefonu kapattıktan sonra mutfağa yöneldi ve gelecek misafirlerini yok yere iptal etmesine, bir sürü de hazırlık yaptığına söylendi. Kızının son günlerde kendinden geçmiş hâlini misafirlerin görmesini istememişti. Fırından çıkardığı sosisli milföyler için saklama kabı istedi. Misafirler gelmeyecekse sosisliler artık fazlaydı, ninesine götürmesi için Kıvılcım’ın eline tutuşturdu. Kıvılcım kızarmış suratı, manga karakteri gibi açılmış gözleri ve elinde saklama kabı ile kendini apartmanın önünde buldu. Ne yöne gidecek? Ninesi ile eczane arasında altı üstü iki sokak vardı ama yine de çok kısa duraksadı. Tam ikisinin ortasındaki sokaklardan yürümeye karar verdi, karar vermek için süre kazandığını sandı. Genelde içinde pek kimseyi görmediği bahçeli küçük evin önünden yürürken korkulu rüyalarının elebaşını karşısında gördü. Lanet olasıca sosislerin kokusunun marifetiydi bu sanırım. Dişlerini göstererek hırlayan, paçalarını ayırmış bir sokak köpeği. Dondu kaldı. Okuduğu lisede “Sokak Hayvanları Koruma Kulübü Başkanı” olduğunu söylemek istedi ama köpek bir buçuk adım atınca vazgeçti. Ayaklarını yerden kesmeden sağa doğru birkaç kez ayaklarını sürüdü. Kalçasının yanı ile kendi boyundan kısa olan tahta bahçe kapısını itti. Kapı açıldı ve geri geri küçük adımlarla içeri girdi. Arkasından bir köpek havlaması daha duyunca iki gözünü sımsıkı kapattı. Ellerindeki sıcaklığı hissetti. Yavaşça çökerek elindeki saklama kabını yere bırakıp kabın kapağını açtı. Milföyün ucundan sosisi çekip sıyırdı ve saklama kabı ile dişlerini gösteren köpeğin ortasına bıraktı. Henüz arkasında neler olup bittiğini anlamak için fırsatı olmamıştı. Dişlerini gösteren köpek sosise baktı, Kıvılcım’ın suratına baktı. İkisine de yüz vermeyerek bahçe kapısından geçip Kıvılcım’ın etrafını dolaştı. Nihayet arkasını dönebildi. Bir köpek kulübesi ve önünde yatan karnı kocaman bir dişi köpek. Doğum yapmaya çalışıyor ama işler pek yolunda görünmüyor. Diğer köpeği, ilk başta doğacak yavrunun babası sandı. Doğum yapmaya çalışan köpeğe yardımcı olmaya çalışır gibi bir telaşı vardı diğerinin. Kıvılcım, çömelmiş hâlde birkaç adımla ikisine yaklaştı. Bir kısmı kendini dışarı atabilmiş yavruyu çekiştiren diğer köpeğin dişi olduğunu o sırada fark etti. Biraz gülümsedi, biraz kızdı. Elini yarım yumruk yapıp orta parmağının orta kemiği ile yavruyu çekiştiren köpeğin kafasının ortasına vurdu ve eliyle “Çekil şurdan şapşal!” işareti yaptı. Köpek çaresiz ve güvenmek zorunda hissi ile iki adım geri atınca Kıvılcım cesaretini ve umudunu tek merkezde toplayıp oluşan tüm gücü kollarına yönlendirdi. Zavallı yavruyu bir hamlede anasından kurtardı. Kucağında yavru ile yere oturur gibi düştü. Sol avucuna biraz kan birikince hâliyle kötü hissetti. “Anneme yalan söyledim. Bir köpeğin başına vurdum. Buraya izinsiz girerek haneye tecavüz ettim. Bir hayata annesinden izinsiz dokundum. Ve sanırım bir kadına âşık oldum. İşte böyle çıktığım yolda daha şimdiden avuçlarım kan doldu.” Diğer köpek Kıvılcım’ın yere bıraktığı sosislere yumulmuştu bile. Doğum yapan köpek de yanı üstü gözleri kapalı şükürler, dualar ediyordu. Kıvılcım’ın elinden bir damla kan süzülünce bakışlarını tekrar avucuna yöneltti. Kan çoğalmıştı. Yavruyu çekiştiren köpek, yavrunun ön kollarının üstlerine, yanlarına zarar vermiş, yırtmıştı. Muhtemelen Kıvılcım’dan yediği yarım yumruğun da bunda etkisi vardı. Yavruyu kucağından bırakmadan ayağa sıçradı. Önce yavruyu bir yerlere fırlatacak oldu, sonra etrafına telaşlı birkaç bakış fırlattı. Hızlı ve uzun birkaç adımla bahçe kapısından sokağa çıktı. Aklına geçen gün gittiği eczane geldi, sevindi. Aklına Sude geldi, çekindi. Bir adım ileri, bir adım geri eczaneye ilerledi. Sude kendini bu hâlde görmeli miydi? Ne düşünürdü acaba? Eczaneye üç beş metre kala durdu. Giremedi. Başını kaldırıp etrafına donuk gözlerle baktı kimse var mı diye. O sırada küçücük veteriner yazısını gördü. Öyle heyecanlandı ki. Sude ile bu hâlde karşılaşmayacağına öyle sevindi ki. Köpeği kurtarmak umurunda bile değildi. Koşarak geçti yolun karşısına. Bir tekme ile kapıdan içeri daldı. Dondu kaldı. Karşılama masasında Sude oturuyordu. Zaman dondu. Gözleri Sude’nin üzerinde dondu. Gözleri doldu. İki avucu kanla dolmuştu zaten. İki dudağı aralık kaldı. Ağzından çıkan sıcak nefesi gözle görülecek kadar ısınmıştı içinin yangınından. Sude koşup yavruyu Kıvılcım’ın kucağından aldı ve müdahale odasına koştu. Kıvılcım tıpkı bir heykel gibi şeklini hiç bozmadan öylece kalmıştı. Gözlerini dolduran o şeyler de öylece kalmamıştı. Yavrunun götürüldüğü odaya iki kişi daha girdi. Sude geri çıktı. Kıvılcım’ın tam karşısına dikildi. Elleri ile yanaklarından sızan o şeyleri sildi. Az önce oturduğu masaya uzanıp birkaç kâğıt mendil aldı. Kıvılcım’ın avuçlarını boşalttı, sonra avuçlarını avuçlarına alarak çekiştirdi. Masasının önündeki karşılıklı sandalyelerden birine oturmasına yardım etti, kendi de karşısına kurulmadan önce yıkayıp geldiği sargı bezleri ile Kıvılcım’ın ellerini ak pak etti. Hâlâ birazcık açık olan ağzını işaret parmağının ortası ile çenesinden iterek kapattı. Bu hareketini kendisi de beğenmiş olacak ki o saçma gülüşünü tekrar ortalığa saçtı. “Yavru iyi olacak, merak etme.” dedi. Karşıdaki eczanenin abisinin olduğunu, geçen gün ilaç almaya geldiğinde Kıvılcım’ı gördüğünü ve o günden beri gözlerinin mahallede hep onu aradığını anlattı. Annesi ile bu veterineri mahalleye yeni açtıkları için pek çıkamadığından bahsetti. Hatta bugün de tabelacıyı beklediğini, elle bir kâğıda yazdıkları veteriner yazısını kaldırıp adam akıllı bir reklamla camı kaplatacağını anlattı. Sonra da mahallede aylak aylak yürüyüp Kıvılcım’a denk gelmeye çalışacağını…