Bak, gitmek fiili yürürlüğe girdi yine. Kısıtlı zamana sığdırılmış anılar sislileri dönüyor başucumda. Geriye kalan saatlerin ağırlığı altında eziliyorum. Bir sürü kuş ismi takmışız gökte kanat çırpan umutlara, bir sürü isim fısıldamışız yeni simalara. Pencere pervazına konan güvercinlere gülümsemişiz, bir küçük samimiyet yetmiş mutluluğa. Adını bilmediğim yüzlerce insanla aynı adımı atmışız, aynı adımlarda can bulmuş geçmişte kalan kırıklarım. Yeniden doğmanın önce kül olmaktan geçtiğini öğrenmişim.
Canımı yakan her şeyin beni bana daha da yaklaştırdığını anladım. Şimdi daha adını bile bilmediğim o sokakları nasıl da cüretkar yürüyorum. Büyümek bu ya… Ben’i bulmak bu ya… Artık daha farklı gülümsüyorum sokaktaki kediye. Onu okşayan ellerimin dahi farklı bir ahengi var. Gözlerim, sanki daha parlak ve biliyorum, gözlerim bir başka gözlere can veriyor. Tanıştığım onca büyük insan. Gelecekte üzerimde izleri olacak o insanlar. Hayata teşekkürüm burada başlıyor sanırım. Hayata olan umudum beni benimle tanıştıracak olan insanların adım sesleriyle yeşeriyor. Ya sözcükler? Sanki bir mücevher gibi saklıyorum onları göğsümde. Nasıl da kendinden emin dökülüyorlar dilimden. Nasıl da öte yandan dökülmemek için çırpınıyorlar göğsümde, kimseye değmemek istercesine.
İnsanın gideceği zamana kaç saat kaldığını bilmesi ne tuhaf. Yeni özlemler yaşayacağından emin olması ne tuhaf. Kavuşmak hayali dans ederken aklımın bir ucunda, geçen 3 aya bakıp hüzne sarılan anılar ne tuhaf. Gökyüzü bir farklı son günlerde, her gün aynı dala konan o kuş daha farklı konuşuyor sanki. Yağan karın süzülüşü daha bir yavaş. Hayat biraz da bizim oluşturduğumuz bir masaldır aslında. O yüzden ben üzgünsem muhakkak gökyüzü de üzülür, o kuş, o kar da üzülür.
Odama doğan gün ışığı kamaştırıyor koynumda yatan anıların gözlerini. Sabah annemin sesi, akşam kız kardeşimin sesiyle yankılanıyor zihnimdeki boş odalar. Acı bir Türk kahvesi yudumluyorum sesin geldiği o yöne doğru. Kitaplarımın içinde yatan sözcüklerim mükemmelliğiyle huzur buluyorum. Çoktan yaprakları dökülmüştür diye tahmin ettiğim ağaçların hayaliyle demliyorum umudumu. Hayatın yeniden yeşerecğine karşı olan inancımın sönüklüğü altında eziliyorum. Ve hayatın yeşerişini izliyorum. Kapalı bir gökyüzü altında nasıl da masmavi bakabildiğime hayret ediyorum. Şaşkınlıklar bırakmıyor peşimi. Kurduğum o uzun cümlelerin ahengiyle dans ediyorum. Hayatımdaki noktaları olabildiğinde aza indiriyorum. Şimdi çok daha güzel geliyor gözüme kaldırıma uzanmış kedi. Daha tatlı geliyor sabahın ışıkları altında selam verdiğim esnaf. Muhabbeti başka bir seviyede tutuyorum artık. Yeni insanlarla sanki yıllardır tanışıyormuşçasına bakışıyoruz.
Umudun kafesini parçalıyorum. Kilidini adını dahi bilmediğim içimdeki okyanusların derinliklerine yolluyorum. Kanat çırpanın kuş değil, umudum olduğu bilinciyle gözlerimi kapatıyorum. Dinliyorum… Dinliyorum… Dalgaların sesi, tenimi saran ılık rüzgar, geçmişten gelen tını. Bir bir anlıyorum kelimeleri. İnsanın kendisini bulmasının yolununun kendisini kaybetmesinden geçtiğini anlıyorum. Kendimi kaybettiğim güne dönüyorum. Arıdığım, aradığım ve nihayetinde küllerimden doğuşumu görüyorum. İsmimin ve cismimin hala aynı olduğu yeryüzü meclisinde kimsenin bilemeyeceği bir sükuta bürünüyorum. Beni bekleyen yılların heyecanına sarılıyorum. 19’uma gülümsüyorum. Biraz hüzünle bakan 18’imi kucaklıyorum. Ellerini usulca bana uzatan gelecek yıllara koşuyorum. Koşmanın bir hata olduğunu anlıyorum. İnsanın hiçbir yere yetişemeyeceğini, zamanı bükemeyeceğini, bir şeylerin elbette ki yarım kalması gerektiğini anlıyorum. Madem ki o yolun sonu muhakkak ki vuslat noktası, yavaşlatıyorum adımlarımı. Koşmaktan göremediğin güzelliklerin acısını çıkartırcasına sağlam ve usul usul atıyorum adımlarımı. Yeşil oluyor bir ağaca bakan gözlerim, maviye çalar gökyüzüyle dolan gözlerim. Ve yarının bilmecesiyle umutla dolar bedenim.
Yine hangi sevdanın peşindeyim bilmiyorum, akan bir nehrin akışına direnç göstermenin zorluğunu idrak ediyorum… Kendimi bir nehrin akışına bırakıyorum.