Hayat ne zaman başladığı gibi gider ki. Hayat mutlu başlar. Günler, aylar, yıllar geçer zaman geçer. Her gün yeni şeyler yaşar ve öğrenirsiniz. Büyürsünüz, hayatı tanımaya, çözmeye ve anlamaya başlarsınız. Yeni insanlarla tanışır onlarla belli ilişkiler içerisine girersiniz. Doğduğunuz anda anneniz ve babanızla tanışırsınız. Büyürsünüz sokakta oyunlar oynarken yeni arkadaşlar. Okul başlar her yıl yeni kişiler. Belki bir sevgiliniz bile olur. Hayatınıza sürekli birileri girer ve çıkar. Yeni aktiviteler, hobiler edinirsiniz. Zamanınızı gününüzü bunlara harcarsınız ilişikler, aktiviteler, yemek yiyip, uyumak. Her gün bunlar arasında geçip gider. Peki, bunların hepsini her gün yaşıyoruz hayatını mutlu geçirmek bunun neresinde. Ne ile mutlu olur insan? İnsan ne yaşayınca güler? Hangi insan mutlu eder kişiyi? Hangi aktivite yapılınca eğlenir? Geçen zaman mı mutlu eder? Mutluluğun temel bir formülü olmalı. Mutluluğun formülü var ki mutlu olan insanlar bu formül sayesinde mutlu oluyor. “Ne o zaman?” diye merak edip sorduğun zaman herkesten farklı cevap alıyorsun. Ne yapmak gerekir diye merak edersin. Düşünürken tekrar tekrar mutsuz olursun. Mutlu olanların hayatlarına bakıp “neden bu kadar mutlular bende mutlu olmak istiyorum” diyerek kıskanır yine mutsuz olursun. Sorun ben olabilir miyim? Evet, kesinlikle sorun bende. Ben tam bir aptalım. Şu dünyada mutlu olmayı başaramayan tek kişi benim. Bir tek gülmeyen ben kaldım. Tabi insanın mutlu olması için sebeplere ihtiyacı var. Benim sebebim ne? Kocaman bir boşluk. Birde herkes psikolog olmuş sürekli bir nasihat sürekli bir dert çözmeye çalışma. İşte mutlu olduğum nadir anlar bunlar. İnsanların beni iyi etmeye çalışması. Salak sanki kendi dört dörtlük beni iyi edecek. Hayat yaşamaya değermiş. Her şey çok güzelmiş. Hayata tek bir pencereden bakarsan hayat tabi güzel. Çünkü hayat size güzel. Mutlusunuz çünkü. Siz mutlusunuz diye herkes mutlu değil. Siz gezip eğleniyorsunuz diye herkes eğlenmiyor.

Herkeste nedense bir de “dünya benim etrafımda dönüyor” tripleri var. Hep ben mutlu olayım. Her güzel şey benimle olsun. Herkes bana iyi davransın. Her zaman güleyim. Bide bunlar olmadığında küsmeler kavgalar falan. Ha hayatınız çok güzel bide kavganız kaldı. Siz cidden delisiniz. Hayatı köküne kadar yaşamaya çalışmak, vay be. Sen mutlusun hayat çok güzel öyle mi? Peki aynı şeyi sokakta aç yatan insanlarda düşünüyor mu? Onlarında hayatı çok güzel mi bir sorun isterseniz. Hayat yaşamaya değermiş aynı şeyi hastalıktan ölen insanlara da sorun bakalım hayat yaşamaya değer mi? hayatta pozitif olmak lazımmış yürü lan. Ne anlatıyon? Hayata tek pencereden bakıp diyor ki çok güzel. Aynen baya güzel. Dünyada bu kadar kötülük varken yaşamak aşırı güzel ya evet katılıyorum. Siz hiçbir zamana hayata küfür etmediniz çünkü başınıza kötü bir şey gelmedi. Siz hiçbir gün hayattan nefret etmediniz çünkü siz hiç acı çekmediniz. “bugün ne yapsam, nereye gitsem, kime trip atsam, kime küssem” hayat sizin için bu kadar basit. Tabi kime ne anlatıyorum ki ben. Benim bu söylediklerimi duysanız yüksek ihtimal twittirda gündem olurdum. Bazıları bana hak verir, bazıları benle dalga geçerdi. Benim söylediklerim yüzünden kaç insan kavga ederdi. Birbirlerinin kalbini benim söylediğim bu boktan kelimelerle kırarlardı. Aman bana ne zaten birazdan ölüp gideceğim. Aynen hayat yaşamaya değer olduğu için ben intihar etmek üzere geldim bu uçuruma. Hayat o kadar güzel ki ben bu yüzden ölmek istiyorum. Mutlu olmak için geldim buraya ben. Demir ne yaşadı da intihar etmek istiyor denecek. Anlatırsam “ya bu muydu?” diyen insanlar olacak. Herkesin derdi kendine büyük. Aslında benimde sıradan bir hayatım var. Sorunda bu, sıradan hayat. Neden ben diğerleri gibi değilim. Hayat bunu istemedi. Diğerlerine verdi bana vermedi. Bana verilmeyen şeyi kovalamak doğru değil diye düşünüyorum. “Çabalamadan kim kazanmış ki? Sende çalışsan belki mutlu olurdun.” Çabalamadan mutlu olanlar kazananlar ne olacak. Onlar çabalamadan kazandıysa demek ki çabalamadan da mutlu olunuyormuş. O zaman ben neden çabalıyım. Çoğunuza mantıksız gelebilir dediklerim. Zaten uçurumun kenarında olan bir insanda mantık aramak tamamen sizin sorununuz. Buraya nasıl mı geldim? Bende bilmiyorum ki...


-------------------------------------------------------------------


Soğuk bir kış günüydü. Camdan sızan güneş odanın tam ortasındaki halının üzerine düşüyordu. Dün yağan kar her şeyin üzerini kapatmıştı. Günün ilk ışınları bu güzel beyazlığı eritmeye başlamıştı. Su damlaları sanki bir şarkının notaları gibi melodik bir şekilde düşüyordu. Kuşlarda bu sese eşlik edip bir orkestra oluşturmuşlardı. Bu sesler demiri rahatsız etmiş olacak ki sinirli bir şekilde uyandı. Yastığını kafasının altından aldı ve yüzüne bastırdı. Ardından yastığı kapıya doğru fırlattı. Kapı yatağın hemen karşısındaydı. Kapıya çarpıp yere düştü yastık. Demir yorganı açtı ayaklarını yere koydu ve yavaş bir şekilde kalktı. Yüzünü ellerinin arasına koydu ve yüzünü ovuşturmaya başladı.

“Şu lanet boruları neden yaptırmazlar ki. Su oradan akıp gitsin işte.” ayağa kalktı ve yatağın yanında duran masadan sigara paketini aldı “anca parayı boş yerlere harcayın hiç doğru bir şey yapılmasın o parayla. O kadar aidat verelim hepsini çöp edin.”


  

Sigarasından bir dal çıkarttı ve dudaklarının arasına koydu. Masanın üzerine baktığında çakmağını göremedi. Kitapların altına baktı, masanın altına baktı bulamadı. Durdu ve dün eve geldiğinde sigara içmediğini hatırladı. Yerde duran pantolonunu aldı ve elini sağ cebine soktu. Çakmağını çıkarttı ve bekledi. En sevdiği sesi duyma zamanı gelmişti. Bu mükemmel sesi duymak için sessizleşti. Çakmağı ateşledikten sonra uzun süre ateşi ve dolabın aynasından yansıyan kendi görüntüsünü izledi. Zamanı gelmişti. Ateşi sigarasına yavaşça dokundurdu. Sigaradan çıkan çıtırtı sesini çığlıklara benzetiyordu. Kendi dertlerini unutup sigaranın acı çekişi ile mutlu oluyor gibiydi. Artık bu acı ile keyif almalıydı. Sigarasını ciğerlerini doldurana kadar çekti. Ayakta olmazdı oturup bacaklarını uzatması lazımdı. Sandalyesini çekti ve masanın önüne oturup ayaklarını yatağına uzattı. Çakmağı sol elinde çeviriyordu. Her çevirmesinden sonra çakmağı masaya bir defa vuruyordu. Dışarıdaki orkestraya katılmış gibi eşlik ediyordu. Sigaraya haksızlık ettiğini hisseti. Kendi de yanmış ve son anında olan bir sigara gibiydi. Birkaç dakikalık mutluluk bünyesine ağır gelmiş gibi tekrardan dertler silsile içinde buldu kendini.


“Böyle hayata tüküreyim. Neden yaşıyorum ki ben. hiçbir faydam yok. Okul desen okulda kötüyüm.” bir anda ayağı fırladı. Masanın üzerinde duran telefona uzandı. Güç tuşuna bastığında üzerinden kaynar sular döküldü. Saatin 8 olmuştu “Okul vardı unuttum be.”