Kahvenin kapısı artık gacırdamadığından havalı giriş hayalim suya düştü. Asfaltsız çamur yol manzaralı bir masaya yerleştim. Sırf çırağa ufak çaplı bir şok yaşatmak için çay söyledim. Çay gelmeden Fiko sansar sinsiliğinde yanımda bitti.
“Naptın o işi?”
“Hangi işi?”
“Yahu husumet falan diyordun ya evladım.”
Sırrımızı ima ettiğini idrak edebileyim diye gözlerini selektör yakan araba gibi açıp kapadı. Yaşın verdiği dezavantajla gözleri kurumuştu. Her açma kapama hareketinde gözleri katırdıyordu. Mevzuyu uzatmaya niyetliydim. Ona eziyet etmekten haz alıyordum.
Ne işi Fiko Amca? Ne sayıklıyosun yine he amcam?”
“Lan dürzü! Tövbe estağfurullah abdestimi zedeleyeceksin. Çetinle diyorum görüştün mü?”
“Sen en son ne zaman abdest aldığını hatırlıyo musun?”
“La havle... La havle... Sabah aldım lan. Yok yok öğlen namazından önceydi.”
“Abdestli olduğunu unuttuysan abdestli sayılmazsın Fiko.”
“Öyleyse rahatça sövebilirim sana. Ulan yavşak! Sen mi bunadın ben mi? Çetin diyorum lan Çetin.”
“Haaaa Çetiiiin... Ya öyle desene. Tamamdır hallettim o işi. Eyvallah Fiko Amca.”
Kalan iki tel sakalını ovuşturarak sırıttı.
“E p*zevenk niye anlamamazlıktan gelip zamanımı çalıyosun p*şt!”
Sahi Fiko’yu kafaya alıcam derken Çetin’i aramayı unutmuştum. Emanet çeker gibi çevik bir hareketle telefonu göt cebimden çıkardım.
“Aradığınız numara kullanılmamaktadır.”
Nasıl lan! Ben İlhami'yle, polislerle cebelleşirken zaman algımı mı kaybettim? Çetin'i göreli o kadar zaman oldu mu gerçekten?
Kahve duvarları bir sürü İlhami'ye dönüştü ve salyalarını suratıma akıta akıta kötü adam kahkahasıyla gülmeye başladı. Çayın parasını bardağın altına, çay kaşığını bardağın üstüne koydum. Bu hareket benim raconumda ‘İşte şimdi sıçtım.’ demekti.
Lisede seneye de giyersin diye alınan, 10 senedir hala kahrımı çeken eşofmanımın haşırtısı eşliğinde haldur huldur yürümeye başladım. Eve gidemezdim, Safiş kesin kafa açar. 15 senedir yenileme vaadiyle mahalleliyi uyuttukları, şimdilerde torbacıların dağıtım ofisine dönüşen harabe parka yöneldim.
‘Şerefsizim duygulandım’ yazılı favori bankıma oturdum. Bir sigara yaktım ve tekrar Çetin’i aradım.
“Aradığınız num...”
Tam ‘E ben madem ölemiycem ne s*kime Safiş’in evini ipotek ettirip tefeciden borç aldım.’ adlı panikatak gösterimden bir kuple sergilemek üzereyken ağaca konan karga ‘gaaağk’ diyerek tüm dikkatimi üzerinde toplamayı başardı. Bu uhrevi bir mesaj mı yoksa karganın rutinine mi denk geldim diye düşünürken kargayı izlemeye koyuldum. Tülermiş saç gibi duran ağacın bir dalını iri gövdesine aldırmadan işgal ettiği yetmiyormuş gibi dalın en ucuna doğru emin adımlarla yürüyordu. Bir adım daha atsa dal hadsiz kargayı mancınık gibi fırlatabilirdi. Tabi karga benim gibi ahmak mı! Sonraki adımını hesaplayabilen hayvana kuş beyinli, benim gibilere de düşünen hayvan demişler anasını satayım! Neyse bak yine dikkatin dağıldı. Konudan sapma, odaklan.
Ben kafamın içinde kendi ağzımı burnumu dağıtırken yanıma oturan adamı fark etmemiştim.
“Alıcı değilim bilader.”
Yedi ceddime söver gibi gözlerimin içine baktı, elime dürüm kağıdının arkasına yazılmış bir adres tutuşturdu:
“Yarın saat ikide bu adreste ol.” diyerek uzaklaştı.
Kargayı rahat bırakıp eve yaylandım.
Kağıtta Kızılaydaki bir işhanının adresi ve canım celladımın adı yazılıydı.