Çocuğun elleri aceleci ve titrek. Biraz da üşümüş. Metal çay tepsisi yavaşça salınıyor. Kahveciye boş bardakları verirken gözü yaşlı adama takılıyor. Kim ki o adam? Sanki biraz korkuyor o yüzü hiç gülmeyen adamdan. Adamın bakışları korkulmayacak gibi değil ki! Delip geçiyor sanki baktığı her yeri. Çocuk durulanıp tekrar doldurulan çay bardaklarını alıp masaların arasında gezmeye devam ediyor. Adamın gözleri hala çocukta. Saat on ikiye on var, gece yarısı. On ikide kapanacak kahve. Son yudumlar alınıyor bardaklardan. Benim de çayım var, ellerimi ısıtmak için kullanıyorum. Gözüm sandalyelerden birine bırakılmış sırt çantasına takılıyor. Sapı yarım yamalak dikilmiş, fermuarı açık. İçinde tatil kitabı görünüyor. Kitabın duruşundan hiç kullanılmadığı anlaşılıyor. Çocuğun duruşundan da maalesef çok kullanıldığı...

Saat nihayet on iki oldu. Montumu giyip dışarıya çıkıyorum. Telefonla konuşuyor gibi yapıp kapının önünde biraz oyalanıyorum. İçimde bir ateş yanıyor kış ortasında. Hislerim sırtıma yumruklar atıyor. O sırada çocuk ve yaşlı adam çıkıyor kahveden. Çocuk ''Dede!'' diyor.


''Dede, bugün beş lira da bende kalsa?''

''Sen ne yapacaksın parayı eşşoleşşek? Karnını doyurmadık mı?''

''Defter alacaktım.''

''Başlatma defterine. Çok konuşma. Doğru eve!''


Çocuk bunları duyduğumu fark etmiyor. Bu konuşma beni oracıkta on yaş yaşlandırıyor. Arkasını dönüp beni fark ettiğinde ''İyi geceler öğretmenim.'' diyor. ''Çayımızı beğendiniz mi?''

''Çok beğendim Mustafa. Senin ellerinden de ayrı bir tat geçmişti galiba. Çok beğendim.''

Ben böyle deyince yüzü kızarıyor. Mutluluk mu yoksa utanç mı anlayamıyorum. Burada olmam onu rahatsız etti mi? Bilmiyorum. Bunu düşünmek sırtıma bir yumruk daha atıyor.

''İyi geceler öğretmenim.'' diyor. ''Ben eve geç kalmayayım.''

''İyi geceler Mustafa!''


Hızlı adımlarla dedeyi takip ediyorum. ''İyi akşamlar.'' dedikten sonra kendimi tanıtıyorum. Adamın bakışları donuk, yüzü ifadesiz. Çocuğun derslerinin öneminden bahsediyorum. Parlak bir geleceği olduğundan... İnatla bağırıyor. ''Hayır dedim! Bir daha okula gitmeyecek! Topal bacağımı görmüyorsun herhalde öğretmen! Ben bu bacakla ancak tuvalette bekçilik yapabiliyorum. Başka kim iş versin bu ihtiyara? Senin evde kaç boğazın ekmek beklediğinden haberin var mı? Defter parasını neden vermedim biliyor musun? Evde kardaşı var bunun. Yedi aylık daha. Ona nasıl süt alacaktım parayı verseydim?''


Beynimden vurulmuşa dönüyorum. Parayı zorla alan dedenin gözümdeki yeri değişiyor. Önyargılarım karnımı yumrukluyor. ''Peki.'' diyorum. ''Peki size ve ailenize yardım etsek. O zaman okula yollar mısınız Mustafa'yı?'' ''Yollarım tabii.'' diyor. ''Neden yollamayacakmışım?''


Önce eve gidiyoruz, evde eksik çok... Neresinden tutsak elimizde kalıyor yokluk. Katlanabilir masa alıyoruz Mustafa'ya, bir de yumuşak sandalye. Dede için çözüm düşünüyoruz. Yardım alabilecekleri her yere başvuruyoruz. Birkaç yerden olumlu dönüt geliyor. Dede bu haberlere çocuk gibi seviniyor. Bebeğe temiz bir biberon, nineye temiz pijamalar. Evde bir bayram havası. Mustafa yokken yapıyoruz evdeki işleri. Bizi görmemeli, incinebilir küçücük yüreği. Dededen alıyoruz evdeki değişime nasıl sevindiğinin haberlerini...


Yarıyıl tatili bitiyor. Mustafa sınıftaki yerini alıyor. Dede bekçiliği bırakıyor. Huysuzluğu da azalıyor sanki. Mustafa dersi aksattığında çok kızıyor yalnızca. Ona uzanan ellerin hayal kırıklığı yaşamasını istemiyor belli ki. Mustafa dedesini dinliyor, bizi dinliyor. Sınıfın en başarılı çocuklarından biri oluyor. Başarılarının ardı arkası kesilmiyor. Mustafa başarılı oldukça karnımdaki yumruklar yerini kelebeklere bırakıyor. Çok yaşa Mustafa!


Aradan yıllar geçti. Mustafa iyi bir mühendis olmuş. Haberlerini alıyorum. Bugün beni aradığında çok şaşırdım, çok da sevindim. Bize gelecekmiş, ziyaret etmek istiyormuş. Heyecanla bekliyorum.


Mustafa geldi. Yıllar önce dedesiyle konuşanın ben olduğumu öğrenmiş. Gözleri doluyor karşımda. Ellerimi öpmeye kalkıyor. Kalkıp bir bardak çay koyuyorum ona. ''Nasıl olmuş Mustafa?'' diyorum. ''Beğendin mi çayımızı?''

''Beğenmez olur muyum öğretmenim?'' diyor. ''Sanki elinizin lezzeti geçmiş...''