“Semih Hoca, Uğur Çetin, Yeliz Sivas… Kim yahu bunlar?” Bir gün, telefonumun rehberine toplu şekilde bakarken bazı isimleri hiç anımsayamamış ve işte bunları söylemiştim. Sahi, kimdi bunlar? Ne ara ve ne için almıştım numaralarını ve neden şimdi anımsayamıyordum? O gün birçok isim üzerinde hayli düşünmüş, kimilerini hatırlamış, kimilerinin isimlerini yakın arkadaşlara sorup öğrenmiş ve ama bazılarını da mümkün değil anımsayamamıştım. Ve elbette, anımsayamadıklarımı silmiştim telefonumdan. Bu, benim ilk rehber temizliğimdi. Bu işlemin neredeyse her yıl tekrar edecek bir rutin oluşturacağını kestiremiyordum henüz... Bundan sonra birkaç defa daha bu temizliği yapınca bu sefer kendimi düşünmeye başlamıştım. Acaba kimlerin telefonunda hangi isimle kayıtlıydım ve kimler, beni hatırlamayıp da “kim yahu bu” diyerek silmişti? İhtimal ki aynı yıllarda birbirimizin adını gereksiz bulup siliyorduk telefonlarımızdan.
Sonra ne yaptım biliyor musunuz; silmeden önce hepsini kayıt etmeye başladım. Bilgisayarımda ''BEN'' klasörünün içinde bir Word belgesinde “numarasını sildiğim kişiler” yazılıdır. Neredeyse hiçbiriyle bir daha görüşmeyeceğimi biliyorum. Amacım, her geri dönüp baktığımda, bu küçük detaylar içinde kendimi yeniden bulmak. Beni ben yapan caddeleri, dar sokakları ve geçitleri anlamaya çalışmak. Nihayet her birimiz, hayatımıza kattıklarımız ve hâlâ görüştüklerimiz ile birlikte, bir şekilde hayatımızdan çıkardıklarımız, bir daha görüşmemeye yemin ettiklerimiz de değil miyiz? Eski sevgililerimiz, kavga edip ayrıldığımız arkadaşlarımız, tayini bir başka yere çıktığı için irtibatımızı kopardıklarımız ve ölen dostlarımız… Tüm bunlar da bize, bizi anlatmıyor mu sizce de?
Birkaç defa bilgisayarımı tamire verdiğim Tamirci Murat; yanına geldiğimde saatlerce konuşurduk, özellikle senin belediyeye girme uğraşın ne tükenmez mevzumuzdu. Kırk sekiz daire içinde nazı sadece bana geçen kapıcımız Nihat; belki yirmi defa köyüne götürmüştüm seni, helali hoş olsun. Benden, seni yine arabayla bir yerlere götürmemi istediğinde, yüzünde oluşan mahcubiyeti görmek bana her daim yeterdi. Berberim Zülküf; beş vakit namazında, dindar bir arkadaşımızdın. Anlatır da anlatırdın hep din üzerine. Hiç de dindar biri değildim ama gözlerimi kapatıp ninni gibi dinlerdim anlattıklarını. Üç yıl okulumuzda görev yapıp sonradan memleketi Rize’ye tayin olan Cengiz Hocam; ısrarla “beklerim, mutlaka gelin” demiştin. Yalan söylemiştim “gelirim” derken. İhtimal ki ölene değin bir daha görüşemeyeceğiz ki numaranı sileli on yıl oluyor. Belki sen unutmuşsundur bile çoktan. Ben unutmadım ama görüşemeyeceğimizi de biliyorum. Ve rahmetli olan Mehmet Hocam, Ali abim, sizlerin artık var olmadığınıza kendimi ikna etmem ve sonrasında numaralarınızı silmem o kadar zor oldu ki anlatmam mümkün değil...
Anlıyorum ki insanlar olarak, gök cisimleri gibiyiz. Birbirimizin çekim alanlarından etkileniyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyoruz. Elbet, mekanik değil bu yakınlaşmalar; her biri etkiliyor, bir şeyler katıyor bize. Ve kimi vakit ikiz gezegenler yahut yıldız sistemleri gibi birbirimizin etrafında yörüngeler oluşturuyoruz bir daha ayrılmamacasına… Aziz Nesin’in, “Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim” kitabını anımsatır gibi. Birlikte yaşıyor, birlikte ölüyoruz…
24 Nisan 2020 Cuma
İzmir