"Ben anlamam arkadaş, bugün toprağını satan yarın kendini de satar. Tövbe estağfurullah. Hep bu yeni yetme ziraatçi veletin bok yemeleri bunlar." dedi Ahmet Aga. "Ne domuz adamsın sen Ahmet Aga? Birazdan tüccar gelecek. Konuşma böyle." dedi Mustafa. Hava kararmaya başlamıştı. Tüccar gecikmiş, Ahmet Aga sinirlenmeye başlamıştı. Ahmet Aga doğası gereği sinirli bir adamdı. Annesi onu doğururken ölmüş, babası da annesinin ölümünden Ahmet Aga'yı suçlayarak bir ömür geçirmişti. Babası ölünce Ahmet Aga öksüz olduğunu o anda anladı. Annenin ne demek olduğunu babasını mezara koyarken, başka kadınların Yasin-i şerif okuduğunu gördüğü zaman anladı. Nedeni de çok basitti. Kadınlar, kocalarından sonra ölürdü. En azından bu yerde böyleydi. "Siz kendinizi çoktan satmışsınız. Şu halinize bak, kemik bekleyen köpekler gibisiniz. İblis girmiş içinize. Deyyuslar. Ben gidiyorum. Akşam oldu zaten bu saaten sonra tüccar mı gelir buraya? dedi Ahmet Aga. "Yeter be adam yeter. Alttan alalım, yaşlısın dedik yok olmuyor. Elimde kalırsın bak, bekleyeceksin. Senin bahçen tam ortada kalmış. Sensiz olmaz bu iş. Otur şurada asabımı attırma benim." dedi Yusuf.
Mustafa ile Yusuf kardeşti. Çok borçları vardı. Borcun sebebini kimse bilmiyordu. Kimsenin de umrunda değildi. Herkesin bir yerlere borcu vardı. O yüzden tüccara topraklarını satmak en çok onların işine yarayacaktı. Kahveci Sefer sobaya odun attı. Hava soğumaya ve kararmaya başlamıştı. Ziraat Mühendisi Uğur geldi. "Hoş geldiniz Uğur bey, üşümüzsünüzdür ben size çay koyayım." dedi Kahveci Sefer. "Olur Sefer ağbi içerim valla. Çok yoruldum bugün, sen bana bir yorgunluk kahvesi yap, çok çay içtim." dedi Uğur. "Senin tüccar gelecek diye bekliyoruz sabahtan beri, akşam oldu ziraatçi, nerede bu adam?" dedi Ahmet Aga. "Birazdan gelir kasabada karşılaştık, geleceğini söyledi. Sen yorulma Ahmet Aga, istersen sen eve git ben sana bilgi veririm." dedi Uğur. "Hiçbir yere gitmeyecek Uğur bey, bizim tarlaların tam ortasında bunun tarlası var, buna muhtacız, domuz herif başka yerden alamadın değil mi tarla? dedi Yusuf. "Ulan deyyus, bu yerde bütün tarlalar mirastır, ben mi aldım? Bok bok konuşma madrabaz, hem adam olaydın da, neyse." dedi Ahmet Aga.
Ortamda adı konulamayacak bir gerginlik vardı. Herkesin sinirleri tepesinde, en ufak bir durumda birbirlerine laf sokmaktan geri kalmıyorlardı, ancak birbirlerine muhtaçlardı. "Sen bana adam olaydın mı dedin Ahmet Aga? Sen adam mısın? Bana onu deyiver. Senin yüzünden bu duruma düştük. Kemik bekleyen köpek gibiyiz evet. Kimin yüzünden Ahmet Aga? Onu da söyle? Kimin yüzünden?" dedi Yusuf.
-Eski defterleri açma bana.
-Açarsam ne olacak? Ömrün boyunca bana olan nefretin yüzünden bir hayat kuramadım, sen ne bok bir adamsın Ahmet Aga? Yetmedi mi yaptıkların?
-Benim bir kızım vardı, senin gibi içkiciye mi verecektim? Hadi oradan! Sen adam değilsin adam.
-Adam kime denir Ahmet Aga? Sen mi adamsın? Ömrün boyunca yaralı parmağın işemedi, sırf zengin diye kızını tüccara veren sen değil misin? Toprak satmak kızını satmaktan daha mı az onurlu hareket?
Türk kahvesini bitiren Uğur, ortamı sakinleştirmeye çalıştı, asıl mesele de ondan sonra başladı. "Yusuf ağbi sakin ol, şimdi konuşulacak konu mu bu? Bak yabancı misafirler gelecek. Allah aşkına yapmayın." dedi Uğur. Mustafa da destek verdi Uğur'a. İpin ucu kaçmıştı artık ne fayda. "Sen sus hırsız. Senin yüzünden günahkar olduk, hırsız olduk, ne namussuz adamsın sen." dedi Yusuf. "Ben olmasaydım mahsülünüz ortada kalacatı, paraları alırken hiç hırsız demiyordun Yusuf ağbi? Ya siz nasıl adamlarsınız? Karımı çocuğumu bırakıp senenin altı ayı size yardımcı oluyorum. Karşılığı bu mu? Canın sağ olsun Yusuf Ağbi? dedi Uğur. "Karını çocuğunu şehirde bırakıyorsun bırakmasına da karın en lüks otomobile çocuğun da en iyi koleje gidiyor Uğur. Bizim sayemizde. Bizi küçük görme Uğur." dedi Mustafa. "Paraları alırken öyle demiyordunuz, o zaman deseydiniz ya sen hırsızsın diye? Ne oldu o zaman hırsız değil miydim? Organik diye kirazları on katına satarken hiç sesiniz soluğunuz çıkmıyordu. Şimdi maaşalah hepiniz bülbül kesilmişsiniz. Ortada bir hırsızlık varsa hepimiz yaptık. Bana hırsız diyemezsiniz. Şehirden insanları ben ayağınıza getirdim ben! Yüz liralık balı bin liraya sattınız, yirmi liralık ekmeği iki yüz liraya sattınız." dedi Uğur. Evet, bir günah vardı ortada ancak kim daha az suçlu bunu hiçbir zaman bilemeyeceklerdi.
Yusuf bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti. Ayağa kalktı, sobaya doğru yürüdü. Elleri üşümüş, sobada ellerini ısıttı. "Kimseyi suçlamanın bir anlamı yok artık. Hepimiz suçluyuz, veya hiçbirimiz. Mustafa, sen bu ziraatçiye hırsız diyorsun da senin kafana silah mı sıktı bu adam? Ben öyle birşey hatırlamıyorum. Köydeki diğer tarlaları yok pahasına kiraladık, şehirli adam ne anlar? Keleme kalmasın diye bize verdi sen de oradaydın. Onların malını satıp, üç kuruş göndermedin mi sen? Ben de oradaydım. Sana engel oldum mu? Hayır. Suçlayacak adam aramayın yeter. Ne ara bu hale düştük?" dedi Yusuf." Gözlerinden yaş akmaya başladı, yaşlar sobaya "pıt, pıt" diye damladı. Kızarık gözler ile Ahmet Aga'ya döndü. "Ben kendimi zengin sanıyordum biliyor musun Ahmet Aga? Nereden bileceksin tabi. Benimki de soru. Askerden geldim, kızını çok seviyordum. Biliyorum o da beni seviyordu. Askerden gelmez olaydım, keşke bombaya basıp şehit olsaydım da kızını zengin birisine peşkeş çektiğini görmeseydim. O yüzden dalavereci oldum, evlenmedim." dedi Yusuf. Ahmet Aga, damadının hediye ettiği gümüş sigaralığı çıkardı, içinden bir sigara aldı, yaktı. "Ben kızımı satmadım! İyi bir geleceği olsun istedim. Kısmet çıktı, verdim. Kısmet çıkmasaydı da yine sana vermezdim. Babam ile Annem amca çocukları, belki akraba evliliği olduğu için annem beni doğururken öldü. Sen benim amcamın torunusun, ben bunu kızıma yapamazdım." dedi. "Ahmet aga, akraba evliliğinde çocuk sakat olur, anneye ne olacak Allah aşkına? Hem burada herkes akrabası ile evlenir." dedi Kahveci Sefer. "Ulan köpeoğlu sen doktor musun? Kalk çay koy. Boş lakırtı etme bana, öyle inandım işte. Neyse konuyu değiştirelim, sizin borcunuz mu var Yusuf? Ne kadar?" diye sordu. "Çok para Ahmet Aga, çok para." dedi Mustafa. "Yeğenlerim, sizin çok dediğiniz bana az gelecek belki siz bir deyiverin hele. Gel kulağıma fısılda." dedi Ahmet aga. Mühendis Uğur telaşlanmaya başladı, yüzünden ter akıyordu ama sıcaktan değildi. "Tamam ben bu parayı size veririm borç falan da değil. Bir şartım var, bu kancık ziraatçiyi bir daha köyde görmeyeceğim. Az mahsülümüz olur, helal olur. "Ahmet Aga ne diyorsun sen? Ayıp oluyor." dedi Mühendis. "Sen sus, seni şurada gebertirim. Ben bilmiyorum değil mi? Cahil mi sandın sen beni? Haysiyetsiz herif." dedi Ahmet Aga. Uğurun yüzü iyiden iyiye kızardı, bir sigara da o yaktı. "Neyi biliyorsun Ahmet Aga? Söyle biz de bilelim." dedi Mustafa. "Tüccar falan gelmeyecek, damadı aradım, durumu anlattım. Araştırdı. Kimseni buraya talip olduğu falan yok. Bu enik kendi adamını getirecekmiş meğerse, bizim tarlalardan yol geçecekmiş. Ondan sebep sadece bizim tarlara talip çıkmış güya. Lan it, ben seksen yaşındayım." dedi Ahmet Aga. "Doğru mu bu Uğur bey?" dedi Yusuf. "İşin aslı öyle değil, bu deli adam saçmalıyor yine." dedi Titreyerek. "Doğru tabi, doğru olmasa neden böyle yüzün kızaracak? Peki Amca sen bunu neden bize söylemedin? dedi Mustafa. "Para gözünüzü o kadar kör etmişti ki, burnunuz sürtsün istedim. Sizin borcunuzu ödeyeceğim, yol geçene kadar ben ölürüm zaten, o zaman ne bok yersiniz umrumda değil. Ben yaşadığım müddetçe, burada kimse toprak satmayacak. Bu it de bu köye girmeyecek." dedi Ahmet Aga.
Yusuf ile Mustafa, Uğur'un üstüne doğru tam yürüyecekken Uğur kaçtı. Ahmet Aga, onları kendilerini satmaktan kurtardı.
ALİ BARIŞ TONGUR