Kendimle ilgilenmek istesem de, özensem de buna, dönüp kendi içime bakmak, kendi özüme dönmek hep hoş gelse de kulağıma başaramıyorum.


Her şeyin bu kadar farkında olup aynı zamanda bu kadar farkında olmamak nasıl oluyor da mümkün olabiliyor?


Kendimi kendimle değil başkalarıyla kıyaslayıp, başkalarının mutlu hayatını uzaktan izleyip çabalamaktan vazgeçerken buluyorum sürekli.


Son üç yıldır mutsuzum. Gerçek bir mutsuzluk mu yoksa kendim mi yazdım kendime bu mutsuzluğu? Yazdığım şarkılar bile hoşnutsuz kendinden. Neyin içinde olmak istedim de olamadım, neden korktum da yaşayamadım. Konfor alanım buysa eğer ben hiç konforlu değilim ki burada. Küçücük suda çırpınan bir balıkmış gibi hayal ediyorum bazen kendimi, biraz debelensem belki o küçücük suyun dışında kocaman bir deniz var. Ama ya sadece bir balıkçı teknesinin içindeki su birikintisindeysem? O kadar fazla ihtimal var ki, geleceği göremiyorum dolayısıyla korkup duruyorum o gelecekten. Benim zamanım nerede akıyor, nereden akıyor? Ve neden bu kadar yavaş akıyor? Başarılı olmak için yavaş ama kaybetmek için bir o kadar da hızlı.


Mutlu insanların fotoğraflarını görüyorum her yerde. Bulmuş gibiler kendilerini, kurmuş gibiler hayatlarını. O hayatın içinde benim olmamam onlara iyi gelmiş belli ki. Ama bana hiç iyi gelmedi kendimle kalmak. Onlar koca denizde bulmuşlar gibi eşlerini, bense teknede su birikintisinde. Belki de budur hayatımın anlamı, yaşamımın amacı. Belki de teknede su birikintisinde balık olmaktır hayat. 


Ne kadar iyimser okumalar yaparsam o kadar gelip bir yerden yakalıyor kötümserlik beni. Gülüp eğlenmek, içinde ufacık bir karanlık olmadan aydınlık yarınlara inanabilmek o kadar uzak geliyor ki artık. Girdiğim kuyu o kadar derin ki ne zaman girdim, ilk girdiğimde nasıl hissediyordum hatırlamıyorum bile. Kendi kendimi suçlamalarım hiç bitmiyor ki, siz de başlıyorsunuz bir yandan daha kötü oluyor.


Terapiye başladım. Savaşacak gücü kendimde aradım buldum da ne ile savaşıyorum onu hala anlayamadım. Bu duygu nerden geldi de girdi benim cebime?