Kızılcık şerbeti ne zaman içildi bilemiyorum ama Golgotha kan kusalı çok oldu
Kaşlar ne zaman çatık bir hizaya girişti bilemiyorum ama bu çizgiler alnıma derin bir tarih yazalı çok oldu
Noksansız silüetler ne zaman bu kadar keskinleşti bilemiyorum ama sözlerin silikliğini kabul edeli çok olmadı
Gök ne zaman karaya çaldı bilemiyorum ama kelebeklerin siyahlığını kaçıralı çok olmadı
Kalp ne zaman nasır soğukluğunu yuva belledi bilemiyorum ama
O mahur beste çalmayalı çok oldu
Düşüncelerinin darlığı zihin koridorlarına ne zaman kelepçe vurdu bilemiyorum ama sınırsız teşbihatta sınırlı ilerleyenlerin varlığı çok oldu
Şaşkın bekleyişler yerini ne zaman duygusuz mimiklere bıraktı bilemiyorum ama eylülün ahmak ıslatan yağmurlarından kara bir girift teslim alalı çok olmadı
Gömülmeden öldüm mü bilemiyorum ama yılkı atının koşmaya yorgun, ölmeye ürkek adımları çeyrek devireli çok olmadı
25 kümelenmiş bulutların altında köhne bir teknenin yansıyan ışığında yalınkat bir gülüşle karşılıyorum seni
İlk saatlerin yaprakları sararmaya henüz başlamışken
dileğim odur ki gerçekliğin payesini zamanın yongasına işleyen döngün, iki aralıktan sızan bir aydınlığa yeniden doğsun…