Nietzsche: “Bir ruhun nasıl yakınlaştığına değil, ondan nasıl uzaklaştığına bakarak görürüm onun yakınlığı ve bağlılığı ötekine“ demiş. Gerçekten böyle değil midir? Her şey biterkenki, o son hatırda kalır ve kendisini değerli kılar. Nefret ederken, severken, ayrılırken hatta öfkeliyken...
Birçoğumuz sevmek, sevilmek isteriz fakat bunun nasıl yapılacağına dair bir fikrimiz yoktur; çok fazla yenilmişliğe ısrar ederiz ve sonuç yine istediğimiz gibi ilerlemez. Bu durumda bizler yalnızlığa, özgürlüğe mecbur bırakılmış sayılmaz mıyız? Halbuki bir başkasına ihtiyacımız olmadan sadece benliğimiz yeterli değil midir, bizi mutlu etmeye ? Mutluluğu isteklerimize yorarak geleceği düşünürüz. Oysa ki mutluluk bize gelmez, mutluluk zarurîdir. Hava gibi, su gibi... kendiliğinden.
Bizler mutluluğu bir ögeye dayatma ihtiyacı hissederiz. Güzeldi vardın ve dünya güzel. Yoksun yine güzel olacak. Ama herkes bu güzelliği ayrı bir platformdan izleyecek. İşte yenilmek budur ve insan yenilgiyi bir süre sonra çok sever. Sol göğsünün altındakine iyi davran. Dünya orada, ulaşabileceğin kadarı ile ellerinin altında.
Berkeley “Var olmak algılanmaktır" diyor. Sen sadece kendine özelsin. Adını bilen son insan yok olursa işte o zaman hiç olmamış gibi yok olacaksın. Senin dışında senin hiç kimse senin o sana cehennem yaşatacak acınla ilgilenmiyor. Bir kaç gün, ay veyahut sene sonra unutacağın bir dünyada varoldun.
Bu durum hepimiz için geçerli. Kaçımızın Ankara’nın lüks semtinde yaşamış fakat iflas etmiş adamın intihar düşüncesi umurunda. Ya da Mardin'in köyünde ailesine yardım etmek için çobanlık yapan bir çocuğun üşüyor olması umurunda mı? Belki evet diyeceksin ama bu bir zihinsel yanılgı benim için. Kimsenin umurunda değil. Çünkü dünya bizim algıladığımız yer kadar küçük, kainat kadar büyük . Neyi, ne kadar algılarsan o kadarsın. Etrafındaki insanların seninle ve senin acınla dertlenmelerini bekleyip, onları külfet altında bırakmayı beklemek çok gereksiz .
Veysel'in “Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa" dediği gibi. Diğer bir örneğimiz izafiyet teorisi. Ikisi de aynıdır aslında. Herkesin dünyası, ütopyasındaki zamana ve mekana göre vardır
Birçoğumuz hatta çoğu insan reddedilir, terk edilir. Ama artık reddediliş, terk edilişe döner. Bu dönemeç, bizlere arada kalmamayı öğretmeyi amaçlar. Jim Marrison, Jack Kerouac ... ikisinin tercihleri ortaktı. Sadece birisi aşk , karşısında yolu seçecek, diğeri ise müziği seçecekti. Bazı terk edilişler bizi seçim yapmaya zorlar. Bakış açımız yakın bir pencere olmalı, kısaltılmış mutluluk...
İnsanlar senin üzüntün ile beslenecek kâmil varlıklardır. Önce öldüler, sonra öldürdüler ve en sonunda duyarsız oldular.
Unutma! Tek geldin, tek öleceksin....