Vakit ikindi vakti. O akşam Fikret Bey'le karşılıklı oturmuş kahve içiyorduk. Kendisi günde bir paket sigara içerdi, en son görüştüğümüzde -ki yaklaşık 4 ay oluyor- bırakmaya karar vermişti. Bana da bırakmamı nasihat etmiş, tütün mamüllerinin yaşam kalitesini düşürdüğünü anlatmıştı. Laf arasında ilk ne zaman içtiğini gülerek anlatmıştı ama sahte bir gülme, içten içe nefesi daralıyordu. Bastırmaya çalışıyordu içindekini. Bir hıncı vardı sanki.


"İşte o zaman bizim peder yeni vefat etmiş. Amcamın oğlu var, Kadir. Babasından duymuş, o da doktordan. Geldi, kalp krizinden ölmüş amcam, dedi. Ben de durdum, ağzımı açsam ağlayacağım. Göğsüme demirden bir şey girmiş, ben de babamın arkasından kalp krizi geçireceğim, annemler dayanamayacak sanıyorum. O zamanlar başım rahat tabii, ilk defa öyle bir acı hissediyorum babam ölünce. Kadir de benden 3-4 yaş büyük. O da ağlamak istiyor ama erkeğiz ya, ağlamıyoruz. Kadir bana bir sigara uzattı, amcamın sevdiğinden dedi. Tuttum kendimi, sanki babamın ruhu içindeymiş gibi saygı duydum, içtim o gün. İçme ki ne içme..."


Tabi bunları anlatırken bir yandan sigara içmeye devam ediyordu. Bırakamamıştı sigarayı, hep de aynı marka, aynı paket. "Babamı bırakamıyorum ben" derdi de eğlenirdik onunla. Bir de şair adamdı Fikret. Kız gibi duygusal. Hiç ağlamıyordu, hiç kimseyi ağlatmıyordu ama, eski ve insan görmemiş bir oda gibi, rutubetini ve küfünü her yere götürüyordu. İnsanı gıdıklayan, rahatsız eden bir şey vardı içinde.


Ne tür müzikler dinlediğimi sordu, sonra eski alaturka mırıldanmaya başladık beraber. Fikret Bey'in güzelliği içimi gıdıklıyordu.


Hiç çabalamamış, hazırlanmamış bir orkestra sunuyorduk. Arkada siyaset tartışan, birbirine kafa sallayan ve slogan atan liberaller vardı. Hemen karşımda leopar desenden bir el çantası, yıpranmış sarı saçlarıyla bir kadın bizi süzüyor, ha bire öksürüyordu. Nasıl kadınsı, nasıl kendinden emin bir öksürük bu... Tüm ritmimizi değiştiriyordu. Garsonlar arka vokallerde takır tukur sesler çıkartıyor ve "Başka bir isteğiniz var mı efendim?" diyorlardı arada. Hiç kimse hiçbir parçayı yanlış söyleyemiyordu. Her şey önemsiz, Fikret Bey önemsiz; her şey önemli, Fikret Bey çok önemliydi. O akşam Fikret Bey'i yanımda götürdüm. Fikret Bey'i kendimden çıkarttım. Geriye ne kaldı dersiniz? Garsonlar mı? Pakette kalan 2 sigara mı, yoksa tabladaki 7 izmarit mi? Ben sarışını tercih ederdim imkanım olsaydı.