Sarı arabasının hızla çarptığı kapısına, sıkıştı elbisesinin koyu yeşil fırfırı. Birbirinden ayrıldı fırfırın iplikleri bedeninin hızına dayanamayıp…


Koşarak attığı her adımda; bembeyaz ve bantları renkli taşlarla süslü hafif topuklu ayakkabılarından ayağının açıkta kalan kısmında, ıslak zeminin çamurundan bir parçayı hissetti. Her bir kası, birbirinden daha hızlı hareket edebilmek için yarışa girdi. Sıraya girdi beynine giden her yarışın komutu. Komutun sırasını takip etmekte zorlandı eklemleri. Eklemin zeminle buluşanları, yarışın gücünü hissedip ezdi altındaki taşları. Ezilen taşlardan yoğun rutubetli havadan içine almış olanları, parçalara ayrılıp önce havayla, sonra zeminle buluştu yuvarlanarak. 

Her zaman çıkmakta zorlandığı yokuş, şaşırdı aynı ayak izini heyecanlı hissedince…


Çalıların arasına karışmayı bekliyordu bir an önce. Yolu uzundu, bunu biliyordu. Ama çalılar, ona daha da yaklaştığını içine işleyecekti. İçine işleyenler de, rahatlatacaktı gördüğü ağaçla harekete geçen ve yarışa giren komutları. 


Oysa her şey, göz kapağında güneşi hissettiğinde her zamanki gibiydi. Yastığı, yorganı, burnuna dokunan koku, yorganın altındaki sıcaklık, kendisini her zaman aynı şekilde duran perdenin arasından sızarak gösteren güneşin ışığı ve tüm bunların hissiyle kollarını en uca dokunmak istercesine açışı… 


Aynı her zamanlıkla doğruldu yatağında, aynı her zamanlıkla giydi terliğini. Dokundu parmakları, aynı her zamanki içeceğini hazırlayacak soğuk varlığa. Sanki böyle bir günü yaşayacağını bilir gibi, geçmişin rengini hatırlatan elbisesini giydi. Göz kapağına dokunan güneşin enerjisiyle çıktı evinden, zihninin tüm “yapman gerek” dediği işleri yapmak üzere. Aynı enerjiyle aldı bilgisayarı önüne… Büyük çoğunluğu batmaya beş kala olan güneşle uçup gitmiş enerjisinin, son kalanlarıyla elveda dedi bilgisayarına. Her gün olduğu gibi, yeniden görüşürüz dedi her gün gördüklerine; güneş ışığının göz kapağına yine aynı şekilde dokunacağını düşünerek. Yine her zamanki gibi tuttu elleri, dört tekerleği koordine eden simit yuvarlağı…

Taa ki; tüm bagajında olanların ön cama doğru hareket etmesiyle, aynı renkte, aynı fırfırlı elbiseli kadına zarar vereceğim korkusunu hissedene kadar… 


Hareket edemedi bir süre…


Sonra hızla açtı, saatler sonra aynı fırfırı yırtacak olan kapıyı. 

Aynı şekilde heyecanlı olan iki kadın buluştu “iyi misiniz?” sorusuyla. Sadece “ani frenin caddede yankılanan sesiydi korkutan” dedi, aynı elbiseli kadın. 

Derin bir nefes alarak hareket ettirdi gözlerini. 


Ve bir anda kilitlendi gözleri, belleğinde “bir zaman”ı hatırlatan ağaca...


Gördükleriyle belleğindekinin öpüştüğü bir fotoğraf beliriverdi gözlerinin önünde. Aynı gölge, rüzgarda danseden aynı yapraklar. Dans eden yaprakların en hınzırı, kulağına fısıldadı “bu esen rüzgar aynı” diye. 

Kilitlenen gözlerini ayıramadı bir süre, O hınzır olanından.


Ayırdığı anda ikinci kez kilitlendi gözleri, başka bir “aynı” olana. Aynı renk, aynı boy olan elbisenin saatler sonra yırtılacak olan ucuna… Geçen saniye aslında sadece aynı elbiseli kadının “iyiyim” dediğini algılamasına yetecek kadarken O, kocaman bir geçmişi sığdırdı bu saniyeye.


Sonunda ulaşmak istediği çalılara gelmişti; uzun süre koşmaktan sırılsıklam olmuş kıyafetleri yüzünden rüzgarı daha soğuk hissediyordu. Saçlarının önüne gelmesini istemiyordu, kendisini engellediğini düşünüyordu; bu yüzden koşarken bileğindeki koyu yeşil bandanayı taktı kafasına. Uzun yıllar öncesini hatırlatır gibi değildi her zaman aynı muziplikle geçtiği çalılar, geçeceği yerleri sarmıştı bir çoğu. Bu yüzden kurtuldu en sevdiği çantasından, geçmeye çalışırken takıldığı ilk anda. Her çalının altından geçerken “daha da yaklaştın” diyecek olan bir sonraki yere ulaşmak istedi.

ve karşıladı O’nu beklediği merdivenler.

Tek kişilik yüksek merdivenleri koşarak inerken, düşmekten ve zaman kaybetmekten korkuyordu. Merdivenlerin uzunluğunu çok iyi biliyordu; o yüzden ilk anda indiği zaman gibi değil, basamakların yüksekliğine göre adımlarını ayarlayıp hızla inebiliyordu. Basamağın son adımına ulaşmak istedi, tıpkı çalılara, merdivenlere hızla ulaşmak istediği gibi. Saniyelerin tükettiği basamaklar, sanki bu kez saatlerin üzerinden atlıyordu.


Son basamağı indiğinde soluklandı tüm bedenindeki yarış. Nefesi aynı yarışı sürdürse de, gözleri dur dedi.

O ağacı gördüğü andaki gibi kilitlendi gözleri, pembe ve morun arasında kalmış O kapıya. 


Bastığı yerin hissi dün gibi aklındaydı; ama bastığı yer aynı değildi, zemin yumuşamıştı kimsesizlikten.


Alçak girişten geçerken kafasını her eğdiğinde elinin dokunduğu duvarın dokusunun izleri ellerindeydi hâlâ; ama bu kez iz yerine tortu kalıyordu elinde. 


Tam o girişten kafasını uzattığında, burnuna gelen insan ve mekan kokusunun birleşimi burnundaydı hâlâ; ama artık yalnızca ıslak koku dokundu burnuna. 


Bunların hepsinin birleşimiyle kapı girişinin rengi soldu…


Durdu hınzırca dans eden yaprağın rüzgarı…


Kapkaranlık, rutubetli, nemli uzun koridoru yavaş yavaş yürüdü. Koridorun sonundaki merdiveni inip, aynı yerde olduğunu düşündüğü kişiye sarılmak için; yarısından sonra koşmaya başladı.…


Mermer merdiveni uzaktan görünce koşması kesilecek gibi oldu. 

Oraya varmak isteyen haliyle,bu halini görmek istemeyen hali çatışırken, doğru cevabı veremedi kendisine. Koşmaya devam edip, mermer merdivenin girişindeki beyaz, paslı, nemli parmaklıkları tutan elleri, O cevabı yansıttı parmaklıklara. 


Merdiven yıkılmıştı.


Tüm koltuklar, sahne yıkılmıştı. 


12 yıl öncesine gitmek isteyen adımları, “artık çok geç kaldın” diyerek ağacı dans ettiren rüzgarı, meğer yanlış anlamıştı. 


Asia

20.03.2024