Bir şeyin en arkasında olmak, yalnızca geri çekilmek ya da saklanmak değildir; bu, kendini gösterilenden koparmaktır. Gösterilenin yüzeyine değil, onun gölgesine bakmaktır. Gölge, artık sadece bir eksiklik değil, şeffaflığın bizzat kendisidir; çünkü modern çağda görünür olan her şey, aynı zamanda gerçeğin çözülmüş, anlamdan arınmış halidir. Sahneye çıkmak ise bu çözülmenin nihai temsili, varoluşun değil, varoluş performansının oynandığı bir alandır.


Baudrillard’ın dilinde, arkada olmak, her şeyin hipergerçeklik içinde nasıl eridiğini, gösteri ile gerçeğin yer değiştirip birbirine karıştığını fark etmek demektir. Sahne, yalnızca bir performans alanı değil, gerçeğin sonsuz kez çoğaltıldığı bir illüzyondur. O illüzyon, arkada duran için çok daha keskindir, çok daha çıplak. Çünkü o, gösterilenle izleyicinin temasını izler. Arkada duran bilir ki, modern çağda görünmek, var olmak anlamına gelmez; görünmek, temsillerin sonsuz döngüsüne girmek, o döngünün bir parçası haline gelmektir.


Sahneye çıkmadan önce arkada olmayı öğrenmek gerekir; çünkü ancak o zaman, illüzyonun mekanizmasını çözebilir, şeffaflığın ardındaki boşluğu görebilirsin. Sahne, her şeyin göründüğü yerdir, ama bu görünürlük, anlamın yok edildiği bir şeffaflık içerir. Baudrillard’ın dediği gibi, “şeffaflık, her şeyi açığa çıkardıkça içini boşaltır.” Bu nedenle sahneye çıkmak, yalnızca bir performans değildir; yok oluşu göze almayı, kendi varoluşunun temsiline yabancılaşmayı kabul etmektir.


Sahne, bir ayna gibidir; seni, olmayan bir gerçeklikte varmış gibi gösterir. Oysa arkada olmak, aynanın kırık yerlerini görmek, o kırıklardan kendi varlığını yeniden okumaktır. Görünmek, Baudrillard’ın şeffaf kötülüğündeki gibi, asla gerçeği sunmaz; yalnızca yüzeyde salınan bir simülasyon yaratır. Ama arkada durmak, bu yüzeyin derinliğini anlamanı sağlar: görünmenin ne olduğunu ve ne olmadığını. Çünkü her kahkahanın, her alkışın ardında bir illüzyon vardır ve bu illüzyonu anlamayan, sahneye çıktığında o illüzyona kapılmaktan başka bir şey yapamaz.


Sahneye çıkmak, bu yüzden sadece bir adım değil, bir meydan okumadır. Bu, yok oluşun içinden görünmeyi göze almaktır. Ama bu cesaret, önce arkada durmayı öğrenmekle gelir. Çünkü arkada durmak, sessizlikle barışmak, o sessizliğin içinde şeffaflığın şiddetini hissetmek demektir. Gözlerden uzak durarak, sahnede göstereceğin her şeyin kaynağını o sessizlikte bulursun.


Ve işte, ancak o zaman sahneye çıkan kişi gerçekten var olabilir. Çünkü sahneye çıkan kişi, yalnızca bir simülasyonu oynayan değil, o simülasyonun şifresini çözmüş kişidir. Gözler üzerine çevrildiğinde, onların gördüğü sadece bir temsil, bir yansımadır. Ama sen, o temsili yönetirken, görünmeyenin gücünü taşır, o şeffaf boşluğu anlamın en dolu anına dönüştürürsün. Sahne ve izleyici, hipergerçeklik içinde anlam bulur ya da anlamın çoktan kaybolduğunu birlikte kabul eder. Ama bu an, yalnızca arkada durmanın sessizliğinde mayalanır. Ve bu yüzden, sahneye çıkmadan önce, görünürlüğün şeffaflığını anlamış olman gerekir; çünkü her şey, görünür olduğu ölçüde kaybolur.