Hikan fark edildiğini anlayınca gölgelerde saklanarak ara sokaklarda kaybolmuştu. Kaçarken neden başarısız olduğunu düşünüyordu. Bütün adımlarını dikkatlice atmıştı. Kendini hiç göstermemişti. Ses çıkarmamıştı. Nefes alış verişlerini bile kontrol altına almıştı. Takip etmek ve saklanmak onun en güçlü özellikleriydi. Bu zamana kadar kimse onu takip esnasında fark edememişti. 'Kimin nesi bu adam?' diye düşündü. Öyle korkmuştu ki kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. İzini kaybettirdiğini düşünene kadar koştu. En sonunda nefes nefese kalarak bir sokağın köşesinde durdu. Sokağın sonuna bakıp takip edilmediğinden emin olduktan sonra soluklanmak için olduğu yere çöktü. Ciğerine bir bıçak batırılmış gibiydi. 'Tütün içmeyi bırakmalıyım artık.' dedi kendi kendine. Oysaki içmek için tütünü yoktu. Olsa o an içerdi. Derin nefeslerle kendine gelmeye çalıştı. Sonra ayağa kalkıp hükumet konağının bulunduğu kasabanın merkezine doğru yürümeye başladı. Orası oldukça ıssızdı. Merkezde oturan zenginler buradan ilk gidenlerdi. O yüzden orada birçok boş ve güzel ev bulunurdu. Hikan iki yıldır bu evlerden birinde ikamet ediyordu. Ren'i de karşısındaki eve yerleştirmişti. Konağın yakınında olması onu korkutmuyordu. Konakta vali ve kasabanın koruyucu büyücüsü hariç kimse yoktu. Onlar da şarap içip kitap okumaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Kasabanın beş farklı köşesinde oturan gardiyanlar nadiren etrafta gezinirdi. Bu sebeplerle evi rahat ve güvenliydi.

Hikan'ın aklından sürekli Ren'in güvende olup olmadığı geçiyordu. O adam şüphesiz hana geri dönecek ve Ren'i sorgulayacaktı. Kendisine lanet etti. Ren'i tehlikeye atmak istememişti. Onu aramak için geldiyse yan yana gördüğü arkadaşının da başı yanacaktı. 'Kendime fazla güvendim. Hep gölgelerde saklanır, izimi belli etmezdim. Ama o adam kafasını bile çevirmeden nerede olduğumu anladı. Şövalye olmadığı kesin. Üzerinde hiçbir silah ve zırh taşımayan bir şövalye buraya kadar gelemez. Büyücüye de benzemiyor. Belki de bir ozandır. Ne fark eder ki? Öncelikle evime gitmeliyim. Eğer Manras yemeği erken hazırlamışsa Ren yeyip dönmüş olmalı.' diye düşündü. Dönmemişse ne yapacağını bilemiyordu. Savaşıp onu kurtaracak kadar gücü yoktu.

Evinin bulunduğu meydana vardığında kapısının önünde Manras'ın endişeli bir şekilde bir o yana bir bu yana yürüdüğünü gördü. Adımlarını hızlandırarak ona yaklaştı. Onun yanına vardığında korktuğu şeyin başına geldiğini anlamıştı.

'Hemen hana gitmeliyiz. Sato, Ren'i rehin aldı.' dedi Manras sesi titreyerek. Hikan'ın bir eylem planı oluşturacak kadar vakti vardı. Fakat zihni o kadar bulanıktı ki doğru düşünemiyordu. 'Sato' diye tekrar etti. Bu Kadim Lisan'ın batı lehçesinden bir isimdi. 'Kefaret' anlamına geliyordu. 'Bu bir mesaj mı?' diye mırıldandı ama Manras bunu duymadı. Geçmişinin kefaretini ödeyeceği gün gelip çatmış mıydı?

'Burada bekle. Evimden arbaletimi alayım.'

'Saçma sapan konuşma. Adamın karşısına kocaman bir arbalet ile mi çıkacaksın? Hançerlerini yanına al ve cübbenin altına sakla. Eğer kavgaya tutuşursan bu senin avantajın olur.' dedi.

Hikan cübbesinin altındaki iki hançerini kontrol etti. 'Yanımdalar.' deyip koşmaya başladı. Manras hemen arkasından geliyor ama daha yavaş koşuyordu. Yolda Manras dinlenmek için dursa da Hikan kendini kaybetmiş gibi koşuyordu. Kısa süre sonra hanın kapısına vardı. Pencereden bakıp içeriyi kontrol etti. Sato ve Ren ortalıkta görünmüyordu. Gaz lambasını solgun ışığı ve pencerenin küçücük olması onun görüşünü kısıtlıyordu. 'Herhalde tavernanın buradan görünmeyen bir yerindeler.' diye düşündü. Kapıyı açıp hızlı adımlarla içeri girdi. Tam seslenecekken boğazında kınından uzun süre önce çıkmış bir hançerin soğukluğunu hissetti. Bu soğuk metalin kanıyla ısınacağını sanırken Sato'nun sesini duydu.

'Cübbeni çıkar. Hançerlerini masanın üstüne koy.'

Hikan böyle gafil avlandığı için kendine kızdı. Cübbesinin boyun kısmındaki bağı çözdü. Cübbe kendiliğinden yere düştü. Belindeki kemere takılı iki hançer ortaya çıktı. Onları yavaşça alıp bir iki adım ötesindeki masaya koydu. Sato onu bir süre inceledi. Üzerinde başka bir silahın olmadığından emin olunca hançerini kınına soktu. Onun bıraktığı iki hançeri alıp hanı çok az da olsa ısıtan körüklü mangalın içine attı. İşaret parmağıyla Hikan'ı yanına çağırıp gaz lambasının hemen altındaki tabureye oturdu. Hikan sahip olduğu tüm silahın ateşe atılmasıyla kendini çırılçıplak hissetti. Sato onun bu halini fark etmişti ki 'Korkma, mangal silahını kül edecek kadar kuvvetli yanmıyor. Tahtadan kabzası bile biraz kararır sadece. Konuşmamız bitince gidip alırsın.' dedi.

Hikan yavaş adımlarla Sato'nun işaret ettiği yere oturdu. Sato bir süre onun yüzünü inceledi. Uzun siyah saçlarında yer yer beyazlar vardı. Kahverengi gözleri ışığını yitirmişti. Kemerli burnu ve ince dudakları yüzüne hoşa gitmeyen bir ifade veriyordu. 'Kederli bir yüz.' diye geçirdi içinden. Ren'in aksine bu adamdan çok şey öğreneceği kesinleşmişti.

'Beni neden takip ettin?'

'Kasabaya neden geldiğinizi öğrenmek için. Beni tutuklamak istiyor musunuz?'

'Ben yalnız başına seyahat eden bir gezginim. Üzerimde resmi kıyafet yok. Hangi hareketim sende şüphe uyandırdı?'

'Şüphe uyandıracak bir hareketinizi görmedim. Hem ben sizi ilk defa bu handa gördüm. Seni takip etmemi Manras söyledi. Resmi kıyafet giyip giymemeniz önemli değil. Buraya beni aramak için zırhlı askerlerden tutun da günlük kıyafetli casuslara kadar her tipten adam geldi. O yüzden dış görünüş bir şey değiştirmiyor.' dedi. Bir yandan da bu yabancının karşısında aldığı halden nefret ediyordu. O an silahlarını o kadar arzulamıştı ki... Hançerleriyle karnını deşmek, kafasına bir ok sıkmak istiyordu. 'Yıllarca saklanmam, toplumdan kendimi soyutlamam bugün için miydi?' diye düşündü.

Sato 'Manras ile aynı şeyi söylüyor.' diye geçirdi aklından. Ona henüz güvenemezdi. Daha fazla bilgi edinmesi gerekiyordu. 'Neden aranıyorsun?' dedi.

'Bir yabancıya geçmişimden bahsetmektense dilimi kesmeyi tercih ederim.' dedi kafasını çevirerek. Sato, onun sinirlendiğini alnında atan damardan anlamıştı.

'Sen de benim için yabancısın ama istersen sana geçmişimi anlatabilirim.' dedi Sato. Hikan elini 'Aman istemez!' der gibi salladı. Sato nasıl bir yol izleyeceğine karar vermişti. İğneleyici ve geçmişini irdeleyecek sorular soracak, davranışlarından gerçeği anlayacaktı. 'Peki o zaman öyle olsun. Takip ettiğin kişileri öldürdüğün oldu mu?'

'Hayır, asla! Ben o kadar aşağılık biri değilim!' diye bağırdı. Sato o sırada takındığı tavırdan kabullenemediği bir suçu olduğunu anladı. Hikan'ın gözleri kocaman açılmış, alt dudağı titremiş, yüzü gerilmişti. Ayrıca ses tonu masumiyetini kanıtlamak isteyen bir mahkumun sesini çağrıştırıyordu.

'Ama birini öldürdün, değil mi?

'Hayır.' dedi. Sato ise 'Yalan söylüyor.' diye geçirdi içinden.

'Kimi öldürdün?' dedi Sato. Sesini olabildiğince iğneleyici çıkarmaya çalışmıştı. Cevabını bildiği soruları soran bir sorgu amiri gibi davranıyordu.

'Sana kimseyi öldürmedim dedim.' dedi bağırarak. Sesi giderek daha hırıltılı çıkıyordu. Sato 'Tütün içiyor. Uzun süredir içmemiş olmalı. Konuşmanın daha sakin geçmesini sağlamak için ona biraz tütün verebilirim. Öte yandan sakin kalmaması benim için daha iyi.' diye düşündü.

'Cinayet işlediğinde çocuktun değil mi?' dedi Sato.

'Sana kimseyi öldürmedim dedim. Anlamıyor musun? Ben kimseyi öldürmedim. Öldürmedim!' diye bağırırken öksürükler içinde kaldı. Her öksürdüğünde boğazı yırtılıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. O sırada kapıdan içeri Manras girdi. Sato onu Hikan'dan önce gördü. Eliyle 'Git buradan.' diye işaret etti. Manras oradan hızla uzaklaştı.

Sato küçük çantasından bir tutam tütün ve pipo çıkardı. Kendisi tütünün tadını bile bilmezdi. Ama bu lanete alışan birinin biraz tütün için her şeyini verebileceğini bilirdi. Sato maddesel dünyanın hiçbir şeyine köle olmamak üzere yemin etmişti. Pipoyu doldurup Hikan'a uzattı. 'Al ve iç.' dedi. Hikan pipoyu Sato'nun elinden kapıp ağzına götürdü. Sato mangaldan bir köz getirip pipodaki tütünü hafifçe yaktı. Hikan derin nefeslerle dumanı içine çekip havaya üflemeye başladı. Dumanın havada bir süre süzülüp yok olması hoşuna gidiyordu. 'Bir gün ben de böyle yok olacağım.' diye düşünürdü. Bir süre sonra rahatlamış gibi oturduğu yerde yayıldı.

'Teşekkür ederim. Hayatımda içtiğim en kaliteli tütün bu.' dedi.

'Reksalıyım. Memleketim Temalin şehrine komşudur. Orada her şeyin en iyisi bulunur.'

'Batılı olduğunu anlamıştım zaten.'

'Nasıl?'

'İsmin batı lehçesinden. Tipin de batılı olduğunu gösteriyor.'

'Sato aslında benim gerçek ismim değil. Manastırda yeni yetme keşişlere eski hayatlarından tamamen koparmak için yeni bir isim verilir. Soyadı olarak kullandığım Rüzgarkıran ise bir lakap.' dedi Sato. 'Keşişmiş. Hangi manastıra bağlı olduğunu öğrenmem gerek.' diye düşündü Hikan.

'Özünde sana ait hiçbir şeyin yok, değil mi?'

'Bir şeyin sana ait olması için ona doğuştan sahip olman gerekmez. Bir insan doğumunda neye sahiptir ki? Ölümlü bir beden sadece. Güzel veya çirkin, hasta ya da sağlıklı... Ne olursa olsun bedenin bir değeri yoktur. Asıl değerli olan iyilik ve doğruluk sonradan edinilir. Peki sana ait ne var?'

'Pişmanlıklarım.' dedi Hikan. Üstünde hakimiyet kurmuş birine karşı dürüst olmaktan başka çaresinin olmadığını düşünüyordu.

'Pişmanlık dediğin üstesinden gelinmesi gereken bir duygudur. Bir insan hiç pişman olmamışsa büyümemiş ve gelişmemiştir. Eski hayatını çöpe at ve yeni hayatında pişman olmamak için daha iyi bir insan olmaya çalış.'

'Basit bir şeymiş gibi konuşuyorsun. Senin gibi bir keşiş ne anlar ki pişmanlıktan. Tüm hayatını kapalı kapılar ardında günah işlemeden yaşayan rahiplerin yetiştirdiği kasaba kasaba dolaşıp vaaz veren bir keşiş ne yaşamış olacak ki pişman olsun?' dedi Hikan. Sato bu sözün üzerine gülümsedi. Neler yaşadığını Gandesur ve manastır yıllıkları biliyordu sadece.

'Haklısın.' dedi Sato kısık bir sesle.

'Ren'e ne yaptın? Nerede o?'

'Sorularına cevap vereceğim. Lakin senin yanıtlaman gereken bir soru var hala. Aranızda nasıl bir ilişki var?'

'Arkadaşım o benim.'

'Beni kandırmaya çalışma. Hafızası zayıf, saf ve çaresiz bir kız. Onu kirli arzularına alet ettiğini biliyorum.' dedi. Hikan'ın vermesi gereken son sınavdı bu. Sato kararını Hikan'ın tepkisine göre verecekti.

'Aşağılık, şerefsiz herif! Kim oluyorsun da bilip bilmeden konuşuyorsun? Ren benim tek arkadaşım. Ona zarar vermektense ölürüm daha iyi. Onu koruyup kollayacağıma yemin ettim. Senin gibi ne olduğu belirsiz biri gelip bize hesap soramaz. Haddini bil!' diye kükredi. Sato kararını vermişti. Hikan Sato'nun gülümsemeye başladığını görünce şaşırdı. 'Neye gülüyorsun sen?' diye bağırdı.

'Sakin ol ve beni dinle Hikan. Deminki sözlerim seni sınamak içindi. Ben Kutsal Ağaç Manastırının keşişlerinden biriyim. Köy köy gezip vaaz vermek gibi bir görevim yok. Bundan üç sene önce ülkeyi dolaşmak istediğimi efendim Gandesur'a söyledim. Aslında niyetim gücümü test etmekti. Manastırın en yüce rahibi ve efendim Gandesur'un babası Gonsijin bana bir görev verdi.' çantasından arananların listesinin olduğu kitabı çıkarıp konuşmasına devam etti. 'Ülkede huzursuzluk çıkaranlar ile kafirlik edenleri bulup tutuklamamı istedi. Ben de kabul ettim. Reksa'dan yola çıktım. Batıdaki birçok yeri gördüm, onlarca insan tanıdım ve suçlularla savaştım. Sonunda yolculuğum beni buraya getirdi. Bu kitapta adın olsaydı korktuğun şey başına gelecekti. Ama şanslısın ki adın yok.' dedi. Sonra hançerini, mürekkep kutusu ve fırçasını çıkardı. Fırçayı dikkatli bir şekilde mürekkebin içinde gezdirdi. Sonra hançerin sivri ucundan başlayarak sırasıyla at, kılıç, kalkan, asker ve güneş rünlerini çizdi. Kadim Lisan'ın batı lehçesi Surkamca dua etmeye başladı.'Kili su mahifa serakul dekiras.(Bana o sınırsız gücünden bahşet.)'Hançerin üstündeki rünler bir anda parlayıp söndü. 'Gördüğün gibi bu kasabada her ne varsa kutsal hiçbir şeye izin vermiyor. Bugünden itibaren bunun sebebini araştırmak için buradayım. Arkama takılıp beni rahatsız edecek birini istemiyorum. O yüzden ben seni rahatsız etmeyeceğim, sen de beni. Anlaştık mı?' Hikan başıyla onaylayınca konuşmaya devam etti. 'Ren ile konuştum sadece. Sonra gitmesi için izin verdim. Bu handan çıkana kadar sağlıklıydı. Ondan sonrası için beni suçlama.' diye sözlerini bitirdi.

Hikan rahatlamıştı. Ren'in başına bir şey gelmemişti. Korktuğu adam kendisini aramıyordu. Bir anda tüm dertlerinden kurtulmuş gibiydi. Sato onun hançerlerini cübbesinin kalın kumaşıyla tutup mangaldan çıkardı. Tıpkı dediği gibi kabzalar biraz kararmıştı. Bu da bir sorun teşkil etmezdi. Hikan kabzaya dokununca eli fena halde yandı. Acı içinde inlerken Sato çantasından bir merhem çıkardı. Onun elini tutup yanan yere sürdü. Hikan daha acı dolu bir sesle bağırdı. Sato onun bileğini sıkıca tutmuş, merhemi düzgünce sürene kadar bırakmamıştı. Bıraktığı zaman 'Mangaldan çıkartılan hançere hemen elini sürme diye uyarmadığım için özür dilerim.' dedi alayla.

'Teşekkür edecektim ama vazgeçtim.' dedi Hikan. Acısı bıçakla kesilmiş gibi dinmişti.

Bağırmaları duyan Manras kapıdan içeri girdi. İkisinin masada sakince oturduğunu görünce şaşırdı. Sato onun geldiğini görünce seslendi.

'Gel Manras Efendi gel. Bize yemek getir de karnımızı doyuralım.' deyip iki bakır para uzattı. Manras onun değişimine şaşırmıştı. Dün ürkek ve kibar olan bu genç adam, bugün otoriter bir hale bürünmüş, olduğundan daha büyük davranıyordu. Sato'nun huyu buydu. Bir işle meşgul değilse küçük bir çocuğa dönüşürdü. Ama iş başında ondan daha ciddi birini bulamazdınız. Manras tek kelime etmeden parayı alıp mutfağa gitti. Bir süre sonra büyük bir tepsiyle geri döndü.

Onlar sessizce yemeklerini yerken Manras bir köşeden onları izliyordu. O kadar gerginliğin ve korkunun böyle bitmesine hayret ediyordu. Yemekleri bittikten sonra Hikan hançerlerini kınına soktu, cübbesini giydi. Teşekkür edip handan ayrıldı. Sato o gittikten sonra bir süre daha orada kaldı. Az önce tanıştığı iki dostu düşünüyordu. İzlenimleri onları Sato için hedef haline getirmemişti. Sonra eşyalarını çantasına koyup odasına doğru yürüdü. Manras, Sato odasına çıkarken arkasından seslendi.

'Sen iyi birisin evlat.'