Araladığında yabancı hayatlara tanıklık edeceği bir pencere vardı karşısında. Hazır mıydı buna, bilemiyordu. Hafızasında unuttuğu her şey bir bir yerine oturalı çok zaman olmamıştı. Sahi ne kadar olmuştu bu semte geleli, bu sabaha gözlerini aralayalı kaç zaman geçmişti? Nalan pencereye yaklaştı, perdeyi eliyle hafifçe aralayarak gün ışığının gözlerine dolmasına izin verdi. Sokağı süzdü gözleriyle, gri bulutlarla dolu gökyüzünün altında perdeleri çekili pencerelere baktı. Kim bilir nasıl hayatlar vardı her birinin ardında; nasıl acılar, yarım kalmış hikâyeler? Banyoya gitti ve aynada yılların geçip giderken yüzünde bıraktığı izlere baktı. Biraz daha yaklaştı ve saçlarına dokundu. Ali ne çok severdi saçlarını, o da sevdi. Aralarında gördüğü birkaç beyaz tel, bir anının kendini var etmesiyle gülümsemesine sebep oldu. Sen benden erken yaşlanacaksın, demişti bir keresinde beyaz bir saç teli gördüğünde Ali. ‘’Şimdi onlardan tonlarca var. Doğru, ben senden önce yaşlandım, sen kapıdan erken çıkıp gittin. Sevmek, bir acının eşiğine koyuyormuş insanı. O kaza sonrası ben o eşikten hiç atlamadım.’’ dedi. 


Mezarlığa gitmek için hazırlandı. İki yıl olmuştu Ali’yi kaybedeli. Hafızası ise yerine geleli birkaç ay. Kendini toparlama süreci uzun sürmüştü. Ali’nin kaybı ile yüzleştiğinde hafızasını tekrar yitirmek istediği kaç gece geçirmişti Tanrı’ya dua ederek. Ali’nin en sevdiği sade, kahverengi elbiseyi giydi. Saçlarını özenle topladı, mutfağa yöneldi. Üst katında duyduğu sesler ile bir an dikkatini oraya verdi. Orada duyduğu her ses bir yaşamın belirtisiydi Nalan için, Ali’nin yaşamının belirtisi. Onun çocukluğunun geçtiği o daireye kaç kez gitmek istedi, tuttu kendini. Mutfakta kahve yaptığı sırada topuklu bir ayakkabı sesinin kapanan kapı ile birlikte kesildiğini fark etti. Hızla hareket ederek kapıya yöneldi ve delikten baktı. Bir kadın yüksek topuklu ayakkabıları ile dikkatlice indi merdivenlerden. Siyah bir elbise giymiş, güneş gözlüklerini takmış, beline kadar inen uzun siyah saçları ile salınarak temkinli adımlarla yürüdü. Onu daha iyi görebilmek için pencereye koştu Nalan. Sokağı iyi görebileceği şekilde eğildi. Kadın apartmandan çıktı ve yürüyüşünde aynı özeni göstererek yolun karşısındaki bakkal dükkânına yöneldi. İlk kez sesini duydu o an. ‘’Halit Abi günaydın. Çayın var mı? Mezarlığa gitmeden içeyim’’ dedi.


Günlerden cumartesi, sabahın erken saatleri. Bugün ölüm yıl dönümü olmasa bu kadar erken çıkmazdı Aysel evden. Vaktini evde değerlendirmeyi severdi. Müzik dinler, moda dergileri okur ve kendine alışveriş listesi yapmaktan hoşlanırdı. Geçmişine duyduğu özlem, gününün tamamını dairesinde geçirmesine sebep olurdu. Dengeli ve ağır adımlarla yolda ilerlerken birden ayağı burkuldu ve tökezledi. Halit Abi koşarak yanına geldi. ‘’Ali bir şeyin var mı evladım?’’ Yüzüne baktı, Aysel’in bozulduğunu görünce yaptığı yanlışın farkına vardı. ‘’Kusura bakma evladım, alışamadık daha’’ dedi. İkisi de güldü birbirlerine bakarak. Dükkânın önündeki taburelerden birine oturdu Aysel, gözlüğünü çıkardı ve siyah kalın çorabının üzerinden bileğini ovdu usulca. Halit Abi hâlâ gülüyordu.


‘’Abi gülmesene, acıdı Allah aşkına’’ dedi; o da gülüyordu. ‘’Alıştım her şeye de abi, şu yürüme işi üzerine ders falan mı alsam?’’ dedi Aysel. Halit Abi o samimi tavrıyla; 

‘’Sen güçlüsün Aysel kızım, bunun da üstesinden gelirsin’’ dedi. 

‘’Abi bir şey soracağım sana, benim evi kiralamakta ısrarcı olan, sözünü ettiğin kadın n’aptı? Niye o kadar ısrarcı, evi bile görmedi daha?’’ dedi. Yandaki kahvehaneden iki çay alan Halit Abi yanına oturdu Aysel’in. 

‘’Ha sen onu diyorsun. Senin bir alt katını tuttu Aysel. Takıntılı galiba baksana, tanıyor musun?’’ diyerek eliyle karşı pencereyi işaret etti. Çayını yudumlarken dikkatlice karşıya baktı Aysel. O an göz bebekleri büyüdü, yüzü ciddi bir hâl aldı. Pencereden onlara bakan kadının Nalan olduğunu anlaması ile elindeki çayın üzerine dökülmesi bir oldu. Halit Abi telaşlanarak; ‘’N’oldu kızım, yüzün bembeyaz oldu?’’ dedi. 

‘’Yok canım daha neler, o olamaz!’’ dedi yüksek sesle. 

‘’Kim olamaz Aysel n’oluyor?’’ Şimdi ikisi de ayaktaydılar.

‘’O olamaz, yok mümkün değil. Adını biliyor musun?’’ diye sordu ve şaşkınlığını belli etmemek için içeri geçti. Halit Abi de arkasından girdi. 

‘’Buraya geldi birkaç gün önce, yeni taşındı zaten. Dur bakayım neydi adı?’’ diye düşündü. Aysel pencereye baktı ve içine düştüğü şüphe ile onu da ürküttüğünün farkına vararak pencereyi kapayıp içeri giren kadını izledi. ‘’Nalanʼdı adı Aysel, hatırladım şimdi’’ dedi Halit Abi. Aysel’in masaya koyduğu eli bir an boşluğa geldi ve düşecek gibi oldu. Hayır, olamaz diye söylenerek hızlı adımlarla apartmana yöneldi. Hazır değildi onunla karşılaşmaya. Öfkeliydi, operasyon geçirmek istediğini söylediğinde kopmuştu bağlar. Omzunu dayadığı tek insandı o. Nalan kendisine destek vermiş, birlikte bu konuda araştırmalar yapmış ve kendisinden çok bu süreçte onu düşünmüştü. Fakat konuyu önüne serince olanlar olmuştu. Ali, ona hazırım dediğinde; ben hazır değilim, demişti.  


Ayakkabılarını eline aldı ve koşarak merdivenlerden yukarı çıktı. Nalan’ın kapısının önüne geldiğinde durmak istememiş olsa da bir süre öylece kaldı, ağır adımlarla kapıya yanaştı. Sanki bir el onu orada tutuyor, kıpırdamasına izin vermiyordu. Bir yandan değişmiş olduğunu ve ona yaşattığı acının ardından tek başına tüm bunların altından kalkabildiğini göstermek istiyor, bir yandan da henüz zamanı olmadığını düşünerek tanınma isteğinin önüne geçmeye çalışıyordu. Durdu ve düşündü, şimdi karşısında onun yüzünü görse bütün öfkesini bir çırpıda kusabilirdi.


Kadının apartmandan içeri girmesiyle Nalan da kapıya koştu ve bir an baktığı delikten onu karşısında gördüğünde geriye birkaç adım attı, duvara çarptı. ‘’Aman Allahʼım, gözleri...’’ diyebildi ellerini ağzına götürerek. Nalan, şaşkın bir vaziyette ikisinin ona baktıklarında ne görmüş olduklarını düşündü. Kimdi Nalan onlar için, tanıdıkları biri mi? Özellikle kadının onu gördüğü zamanki tepkisi Nalan’ı zihnini yormaya zorladı. Nasıl da benziyor, diye düşündü. Tekrar kapıya yaklaştı; gitmişti. Hızla çizimlerinin olduğu odaya yürüdü. Dolabı açtı ve yapmış olduğu tüm çizimleri yere serdi. Dizlerinin üzerine çöktü. Çabuk nefes alıp veriyor, telaşla çarpan kalbine bir türlü söz geçiremiyordu. Aradıklarının içinde önce resmin altına yazmış olduğu ismi gördü ve korkarak yavaşça diğerlerinin arasından çıkardı. Resme baktığında az önce kapının ardında görmüş olduğu yüze olan benzerliği Nalan’ın kaskatı kesilmesine neden oldu. Yaşanan onca şeyden sonra kendisine olan öfkesini hâlâ bastıramamış olması ve ona hâlâ Ali demesi, ikisine de hayatı zehir etmiş olmasının bir sebebiydi. Bencilliğinden Aysel’in varlığını tanımamıştı. Bencilliğinden o kazaya sebep olmuştu. Kendisine bu denli inanan Aysel’i o gün tanımadığını ilan etmişti o kavgayla. Hayır demişti Nalan, senden bir çocuğum olsun isterken bu kadar çabuk değişemezsin. Koşarak arabaya atlamıştı Ali, Nalan da ardından. Ben senin çocuğunu doğurmak isterken, sen bunu sonsuza kadar yok ediyorsun Ali, demişti. Bir gürültü kopmuştu o an, hatırladığı tek şey buydu. Ne öncesi ne de sonrası. Geçen günler ikisi için de karanlıktı. Bunları anımsamak Nalan’ın zihnini oldukça yordu. Düşüncelerinden sıyrıldığında koşarak elindeki resim ile üst kata çıktı. Nasıl bakacaktı yüzüne bilmiyordu, bunlarla yüzleşmek yerine onu öldürmekten başka bir şey yapmamıştı. Onu ve kendini. Kapıya vuracak oldu, yenemedi cesaretini. Ali diyecek oldu, eliyle ağzına vurdu. ‘’Nalan Allah kahretsin seni!’’ dedi. Elindeki resmi göğsüne bastırarak merdivenlerden indi.


Aysel üzerini değiştirip koşarak çıkmıştı evden. Nalan’a görünmek istememişti. Mezarlığa geldiğinde elindeki bir demet karanfili serin toprağın üzerine bıraktı. Sesindeki buğu havaya da yansımıştı. Güneş bulutların ardına gizlenmiş yağmur inceden tenine değiyordu. Şimdi Ali’ye daha bir mesafeliydi. Öfkeliydi de, Nalan’a olan öfkesini ondan çıkarmak istiyordu. Soğuk mermerin üzerine oturdu. Terk ettiği ismini bir mermerin üzerinde görmek bu kez farklı hissettirdi ona. İçinde adını koyamadığı bir ılıklık hissetti. ‘’Neden bana söylemedin seni görmeye geldiğini? Hani aramızda gizli saklı bir şey olmayacaktı Ali.’’ dedi elini sertçe oturduğu mermere vurarak. Eliyle avucunda sıktığı toprağı adının yazdığı taşa fırlattı. ‘’Ben sana her şeyi anlattım Allahʼın cezası. Geçirdiğim acıyla dolu her anı, yalnızlığımı, Nalan’ı. Birlikte ağlamadık mı ulan, sen bana neden anlatmadın?’’ diye sordu. Ayağa kalktı, öfkesini sindirmek için birkaç adım uzaklaştı ve geri döndü. ‘’Neler anlattı Ali sana, seni ne kadar sevdiğini mi? İnandın mı sen de, geçmişte inandığın gibi? Sevseydi, senden çocuk istiyorum der miydi? Bu, Aysel olmamın önüne geçmek değildi de neydi, söyle? Çok düşündüm Ali, bencillik mi yapıyorum dedim. Bana bu adı veren, ailem bana sırtını döndüğünde beni yüreğinde saran, kollarında uyuduğum Nalan ameliyat olacağım dediğimde yoktu ulan, yoktu!’’ diye bağırdı. ‘’Şimdi gelmiş evimin bir alt katına taşınmış, ölmüş olan Ali’nin izini sürüyor. Kazadan sonra yanına gittiğimde bana bomboş gözlerle bakıyordu. Hafızası yerinde olsaydı da o boş gözlerle bakmaya devam edecekti. Çünkü ne ben Ali olarak bir çocuğa sahip olmak istiyordum ne de onun bencilliğinden senin kimliğini taşımak istiyordum. Şimdi ikiniz de yoksunuz benim için, bitti’’ dedi. Yavaş yavaş yağan yağmurun altına gizledi gözyaşlarını. Ona sığındı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Üzerine uzandı mermerin, bir yanı her şeyi bırakıp gitmek istiyor, bir yanı bunda Ali’nin ne suçu var diye soruyordu. Paltosuna sarındı iyice ve dizlerini kendine doğru çekti. ‘’Kızma bana Ali, seni hayatımdan bütünüyle çıkarmış değilim. Öfkeliyim sadece, hem kendime hem ona. Çünkü hâlâ onu gördüğümde içimde bitmemiş olan bir şeylerin varlığını hissediyorum.’’ 


Mezarlığa geldiğinde yakasına iliştirdiği Aysel’in fotoğrafını düzeltti Nalan. Siyah renkte bir peruk takmıştı fotoğrafta. Bu fotoğrafı kendisi çekmişti. Mezarlığa her geldiğinde hissetmiş olduğu suçluluk duygusu kendini göstermişti yine. Her gelişinde af diliyor ve onu kendi elleriyle öldürmüş olduğunu söylüyordu. Bu defa farklıydı. Ali’ye sabah birini gördüğünü ve onun Aysel olabileceğine inandığını söyleyecekti. O öldükten sonra yüksek sesle Ali demekten kaçınır olmuştu da yine de ara ara bu hataya düştüğü oluyordu. Bu kez elleriyle yaptığı Aysel’in resmini de getirmişti. Mezarlıkta yürürken bir kadının Ali’nin mezarının üstünde uzanmış olduğunu gördü. Siyah uzun saçları yatmış olduğu yerden aşağıya sarkmıştı. Ayakkabılarından biri düşmüş, yağan yağmurun altında öylece uzanmıştı. Derin bir özlem ve acı hissediyor olmalı ki yaklaştığında iç çekişinden ağladığını düşündü. Usulca bir iki adım attı ve tanıdık biri olabilir düşüncesiyle sesine kulak verdi. ‘’Zaman zaman seni özlediğim oluyor Ali ama Nalan’ı özlediğimi kendime yüksek sesle söyleyemiyorum. O benim için tanıdık biri değil ama senin için derinlerde bir yerde hâlâ. İnsan bir yerlerde terk etse de öncesini, öncesi onu tam olarak terk etmiyor’’ dedi Aysel. Sustu ve havaya karışmış olan parfüm kokusundan yalnız olmadığını anladı. Hızlıca gözlerindeki yaşları silerek arkasına döndü. Nalan’ın yüzünde görmüş olduğu şaşkınlık ve gözlerinden ardı ardına süzülen yaşlar, içindeki karanlık kuyuya düştü Aysel’in. Yakasına takmış olduğu fotoğrafı görünce ayağa kalktı. Bir söz söylemek için ağzını açmış olsa da sustu. Nalan’ın elinde tutmuş olduğu çizimin yere düştüğünü görünce eğildi ve eline aldı. 


Tanrıʼm, olmasını istediğim şeyi mi duyuyordum yoksa gerçek olanı mı diye düşündü Nalan Aysel’e bakarak. Neydi gerçek olan; görmek istediklerimiz mi, görmüş olduklarımız mı? O şimdi burada, karşımda. Gitmemiş, yeniden doğmuş. Şimdi düşürmüş olduğum resme bakıyor ve neler geçiyor aklından kim bilir? İnsan yok ettiğini tekrar nasıl var edebilir? Dur Nalan, kendine gel. Sen Ali’yi yok ettin, karşında kendini var eden bir Aysel var. Aysel’in kafasını doğrultup gözlerine baktığı anda ona yaklaştı ve ‘’Aysel’’ dedi usulca. 


Dudaklarından adını yıllar sonra duyduğu, o an içinde bir yerlerde süpürüp bir kenara yığdığı o hatıraların içerisinden Nalan çıktı ve bir daha seslendi: ‘’Aysel.’’