Her şeyin perde perde çekildiği bir akşam alacası... Balkonda oturmuşuz. Alnına konan iki yağmur damlasına aldırmadan beni anlayamadığını söylüyor. Aldırmıyorum. Uzaklara, çok uzaklara dikiyorum gözlerimi. Her şey film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden; sonbaharın usul usul kenti terk edişi, kışa hazırlıksız yakalanan aylar, bir yere yetişme telaşı içindeki bulutlar, yağmurdan sakınmaya çalışan yaralı iki sokak köpeği, mevsimler arasına sıkışıp itinayla saklanan güneş, yağmurun hızına yetişmeye çalışan acemi bir rüzgâr, rüzgârın insan yüzünü okşayan o ince esintisi, evlerden taşınan yalnızlıkların döküldüğü köşebaşındaki o tuhaf kahve, kahve bacasından dışarıya salkım salkım saçılan duman izi, dumanın havada çizdiği anlamsız şekiller, sokak satıcılarının kulağa oturan çığırtkan nidaları, suyun çatılara her vuruşunda çıkardığı o tuhaf ezgi, gülüşleri kaldırımlarda seken bir grup genç kız, bulutların nemini üstüne çeken bakkal çırağı, kuşların delişmen her bir hareketi, dağlardaki sessizliğin kente çöken uzun soluğu, alev alev yanmayı bekleyen sokak lambası ve başını almış giden bir dünya telaşı...


Üşüdüm diyor histerik bir tavırla, doğruluyorum. Gözlerimi, diktiğim yerden alıp içeri geçiyoruz.