Dünyada en çok sevdiği insanın omzuna başını koymuştu. Omzun sahibinin yüzündeki gülümsemeye anlam veremiyordum. O ise hüzünlü gözlerle bana bakıyordu. Gözlerinin içine odaklanmıştım. Gözlerinin içinde öykülere sığmayacak cümleler birikmişti. O öyle bakarken ve sağ yanında ise gülümseme devam ederken sinirleniyordum.
İkisi de konuşmuyordu. İkisinin de konuşmasını beklemek gibi bir beklentim yoktu. Sadece o dolu gözlerin içindekini merak ediyordum. O gözler kendimi bulmama yardım edecek gibiydi. Bir yol gösteren bilge belki de bir aksakallı dede olacaktı benim için. Buraya kadar çizdiğim yolda kendi başıma gelmiştim. Bundan sonrası maalesef bende yoktu. Bu anı defalarca hayal etmiştim. Bir gün gelecek ve bununla karşılaşacağım diye provalar yapmıştım. Yaptığım provaların hiçbir önemi yoktu çünkü ne yapacağımı bilemez olmuştum. En güzel zamanlarımı mahveden, hayallerimle oynayan, yolumu sürekli değiştiren ve hayatımı bir şekilde yönlendiren bu iki kişinin hayatına son vermek için karşılarındaydım. En çok sevdiğim iki kişinin katili olacaktım. İntikam mı alıyordum yoksa bu durumdan kurtulmak mı istiyordum bunu bile bilmiyordum. Son kez dinlemek istiyordum. Anlat, gözlerinde sakladıklarını dök önüme dedim.
Anlatacağım dedi yutkunarak. Nereden başlayacağını bilmiyor gibiydi. Bir an için çok ısrar ettiğime pişman olmuştum. Gözlerinin içine bakıyordum. Aslında anlatmasını istemekten o yutkunmayla vazgeçmiştim. O ise bir yutkunmayla aslında her şeyi anlatmıştı. Akrep ve yelkovan, yutkunduğu andakinden çok başka yerdeydi biz hâlâ bakışıyorduk.
Yağmur saçlarımızdan yüzümüze süzülüyordu. Yağmuru seviyordum ama o an için gözyaşlarımızı sakladığı için daha çok sevmiştim. Öldürecek olmam onu sevmediğim anlamına gelmiyordu. Ben o ağladığı için ağlıyordum. O ise içindeki yangını söndürmeye çalışıyordu. Alevlerin üzerine sular fışkırtılırken çıkan kara duman gibiydi gözyaşları. Yağmur ve gözyaşlarımla onun yangınını söndürmeye çalışıyorduk. Dumanlar artmaya başlıyordu ama alevler hâlâ sönmemiş olacaktı ki susmaya devam ediyorduk. Yardım çığlıkları atıyordum ama benden başka duyan da yoktu.
Ben, dedi. Tekrar yutkundu. Konuşmasını beklemediğimden ve gözlerinden her şeyi anladığımı düşündüğümden hazırlıksız yakalanmıştım. Sadece bu üç harf yüreğimi paramparça etmeye yetmişti. Parçalar vücudumda dolaşıyor ve rahatsız ediyordu. O an için devam etmesini istemiyordum. O da öyle yaptı. İlk defa onları ben yönetiyordum. Bir tek sağ yanındaki gülümsemeye hükmedemiyordum. O an için gülümsemeye hükmetmek de çok umurumda olan bir şey değildi. Ben, “ben…”e odaklanmıştım. Kelimenin devamını çok merak etsem de vücudumdaki hareketlenme en azından yavaşlamadığı sürece duymak istemeyeceğimi de biliyordum. O da beni çok iyi biliyordu. Belki de ölüm korkusuyla kararımdan son anda vazgeçerim diye istediğim gibi davranıyordu.
Ona karşı bir kez galip gelebilmiştim. Kavga’da* onun suratına yumruk atmıştım. Bu kez bir kavga bile olmayacaktı. Bu savaşa bir son verecektim. Savaşın kazananı olmaz ama bu kez kazanacağımdan emindim. Bir kez daha karşıma çıkmayacak olmaları kalan ömrümde mutsuz olsam bile özgür olacağımı düşündürüyordu. Bu düşüncelere dalmışken yüreğimdeki hareketlenmeyi biraz unutmuştum.
Nasıl, dedi. Yutkundu. Tahmin ediyordum ama bilmek de istemiyordum. “Ben nasıl pişmanım…” diyerek af dilemek istiyor da olabilirdi. Ağlamaları daha da şiddetlenmişti. Belki de yağmur şiddetini arttırmıştı. Gökyüzüne bakamıyordum. Bir daha onları göremeyecek olduğumu bildiğim için gözlerimi alamıyordum. Ne kadar çok bakarsam o kadar cevap alıyor gibiydim.
Gözlerine odaklandıkça onlarca öykü okumuş gibiydim gözlerinden. Gözleriyle koca bir gençliğini hatta çocukluğunu anlatmıştı. Siyaset okuduğu için yalan söylemekte profesyonelleşmiş ve yaşadıklarım diyerek aslında kafasının içindeki adamı konuşturarak bunları öykü yapmıştı.**
Son anlarında bile yalan söylemiş olması beni tamamen kızdırmıştı. Yalanlara tahammülüm kalmadığı için bu noktaya gelmiştik. Bunun farkında olması lazımdı. Bardağı taşıran son damla olmuştu. Zaten çoğu da kül olmuştu.
İnandım, dedi. “Ben nasıl inandım?” demek istemişti. Son sözleri bu olurken gözyaşlarımı siliyordum. Böylece kendime de gelmiştim.
Yıllar önce “Pişman mısın?” *** diye az önce yanan fotoğraf aracılığıyla sormuştum. “Ölüler konuşamaz” diyerek kaçmıştı. Gülümsedim, sadece gülümseyerek tepki verebiliyor ve konuşamıyor olmasına. Kim ölmüş, kim kalmış? Yıllarca cevap bulamadığım soruma maalesef kendim cevap verdim. “Ben nasıl inandım?” diyerek pişmanlığımı anlatmaya çalıştım. Bir cümle bin pişmanlığa değer mi zannetmiyorum. Ben, nasıl oldu da benimle sevgili olmasının günah olacağını söylediğine inandım? Başka birisi olduğunda günah değil de sevap mı oluyormuş? Başkasına da günahsa benle günah daha mı çok artıyormuş? Neyse, günahını sevabını ben bilemem ama bilmek isterdim. Bilsem ona göre yaşardım çünkü orada da karşılaşmamak için cennetten bile kaçardım. Omzunu dünyadaki cennet zannettiğim insandan cennette bile karşılaşmak istemediğim insana dönüşmeyi nasıl başardığını merak etmiştim. Buna rağmen aklımdaki en büyük soruyu tekrarlıyordum. "Ben nasıl inandım?" Fotoğraf ve tüm geçmişim yanıp kül olurken yine bir soru bıraktım kendime. Önemi yok. Bundan sonra soruyu cevaplaması beklenen kişiler olmadığı için sadece ben onu da cevaplarım.
Kendime geldiğimi zannetsem de önümde yanan şeyler tamamen kül olana kadar soru hakkında düşünmüştüm. Her şey kül olduktan sonra soru da aklımdan çıktı. Tamamen kendime gelmiştim ve neden burada olduğumu neler yaşadığımı tam olarak idrak etmeye başladım. Kısaca, aslında şöyle oldu;
Bir omzu cennet zannederek cehennemi hak ettiğim zamanların neyi varsa toplayıp evden çıktım. Yol boyunca hüznümü saklamaya çalışsam da kuytu bir köşe bulduğumda ağlamaya da başlamıştım. Yağmur yağıyor zannettiğim şey meğerse ağlamammış. Tüm geçmişimi; sayfalarca yazıları, defterleri, kitapları, gönderilmemiş mektupları, şiirleri, fotoğrafları ve daha nice şeyleri yakmak için yere sermiştim. O çok sevdiğim, yüzümün güldüğü, başımı onun omzuna koyduğum fotoğrafım en üste gelmişti. Onlarla, geçmişimle ve kendimle konuşmaya çalıştım. Bir cümleden fazlasını kuramadım. “Ben” derken yüreğimin parçalanması; kelimenin yüreğimden çıkmasından dolayı olmuş. Bir savaş kazandım zannetmişim. Oysa savaşım hep kendime karşıymış. Bunu daha önce söylememe rağmen unutmuşum. Pişman olduğum her şeyden kurtulmanın, bu savaşa son vererek kazanmaya inanmanın ve bir kez daha kendimle tanışmanın verdiği mutlukla evime dönüyorum. Tekrar memnun oldum****, görüşeceğiz. : )
* https://bubisanat.com/posts/kavga-p-iste-geldim-p-p-br-p-p-buna-cesaretin-oldugunu-dusunmuyordum-nereden-geliyor-bu-cesaret-p-p-br-p-p-sen-bunu-istemiyor
** https://bubisanat.com/@burhan13s
*** https://bubisanat.com/posts/pisman-misin
**** https://bubisanat.com/posts/memnun-oldum-p-mesai-saatinin-bitmesini-beklemeden-birkac-saat-once-izin-aldi-ve-is-yerinden-hizli-adimlarla-ayrilarak-arabas