Dünyayı taşa oturtup doğurganlığın sonunu getirmek istedim çünkü kordonuma attığım düğüm kimse tarafından estetik bulunmadı. 


El ele lokantanın aile katına çıkıyoruz. Rezarvasyonumuzu çocuklar için kurulan oyun alanının hemen yanındaki bir masaya yaptırdım. Ben çocukken annem ve babam hiçbir özel günlerini baş başa kutlamazlardı. Çocuklarıyla olmayı yıl dönümlerinden, doğum günlerinden önce tutarlardı. Beş hayta çocukla hangi lokanta kabul etsindi bu aileyi? Üç kere hijyenik olmadığı gerekçesiyle mühürlenip danışıklı el değiştirerek mührü kırdırılan mahalle arası bir lokanta belki. Önemli değildi tabii, çoluk çocuk olalım da nerede yiyip içtiğimiz önemli değildi... İşte ben böyle bir ailede büyümüşken yedi senelik evliliğimde ilk defa aile katında bir masada oturacak oluşum goncam kocamı affallatıyor.


"Başka yer mi yoktu Birben, çoluk çocuk sesinden rahat edemeyeceksin şimdi. Başka yere geçelim istersen." 

"Uğraşmayalım, oturalım hadi." diyorum. Önce yanıma geliyor, sandalyemi çekip oturmamı bekliyor. Oturuyorum. O da omuzlarını düşüren afallamayla karşıma geçiyor. Lokanta kalabalık. Çatal bıçak seslerini çocukların sesleri bastırıyor. İçeride öyle bir ses kalabalığı var ki anne babalar birbiriyle bağırarak konuşmak zorunda kalıyor. Çaprazımızda oturan adamın karısı, top havuzunun içindeki oğlunun eline peçeteye sarılmış pideyi tutuşturuyor. Bu kadının o adamın karısı olduğunu düşünüyorum çünkü bir o adam yalnız başına oturuyor. Masasına açılmış servisleri görünce daha da bir emin oluyorum.

Garson yanımıza geliyor, el çabukluğu ile üç servis açıyor masamıza. Bir bana, bir goncam kocam Salih'e, bir de muhtemelen top havuzunda çığlık çığlığa bağıran çocuklardan birisi olduğunu düşündüğü çocuğumuza. Salih bir şey diyecek gibi oluyor ama garson ne istediğimizi bile sormadan başka bir masanın servisini açmaya gidiyor. Çocuklu ailelere yetişebilmek için her şey o kadar ani ve aynı zaman diliminde oluyor ki burada bizim hareketlerimiz yavaş kalıyor. Salih'in eline uzanıp gülümsüyorum. Başka bir garson siparişlerimizi almaya geliyor. İki kişi olduğumuzu söylüyorum, garson giderken servisi de kaldırıyor. Belki onca işin içinde bir de servis kaldırmakla uğraşmaktan dolayı içten içe bize öfkeleniyor. Masada bir tabak fazla dursa ne olacak, bulaşıkları biz mi yıkayacağız sanki? Hiç yani, anlayış da kalmamış bizde. Duymasam da bilmiyorum, söylene söylene mutfağa geçiyor. Gülümsemem yüzümde gösterişsizce durmaya devam ediyor, goncamın sersemliği ceketini sandalyeye asmasıyla beraber asılacak başka omuz buluyor.

"Salih." diyorum. "Geçenlerde konuşmuştuk ya işte, ben dün emlakçıyla gittim. Bizim iki arka sokağımızda yeni siteler var ya hani, he işte birkaç kiralık daire varmış orada. Diyorum ki müsait bir zamanda gidip bakalım." 

"Hayırdır, kime bakıyoruz?" diye soruyor. 

Dönüp dolaşıp aynı konuları konuşmak şimdiden Salih'in başını ağrıtıyor. 

"E ben sana artık taşınmak istediğimi söylemiştim, bakarız dedin."

"Bakarız dedim Birben, yarın gidip ev bakalım demedim ya."

"Bu sefer geçiştiremezsin, kendime ait bir düzen istiyorum. Çok mu şey istiyorum?"

"İşin gücün abartmak. Gören açıktasın sanacak. Gül gibi yaşayıp gidiyoruz işte."

"Sen yaşıyorsun Salih. Annen, baban, kardeşlerin, yeğenlerin koca apartmanda gül gibi yaşayıp gidiyorsunuz."

"Bir kere de ailemi ağzına dolamasan olmuyor değil mi? Evin ayrı, barkın ayrı. Başına mı çıkıyor bu insanlar senin? Sırtında mı taşıyorsun?"

"Onu mu diyorum Salih?"

"Ya ne diyorsun?"

"Ya ayrı bir hayat istiyorum diyorum. Söylesene Salih, en son baş başa ne zaman akşam yemeği yedik?"

Masayı gösterirken "Yiyoruz ya işte." diyor.

"Şu andan mı bahsediyorum? Her akşam maaile annenlerdeyiz. İşten geliyorum, ayağımı uzatayım istiyorum, bir bakıyorum yemeğe aşağıdan bekliyorlar."

"Sana da yaranılmıyor. Kadın bir de işten gelip yemekle uğraşma istiyor, daha ne yapsın?"

"Ben böyle bir şey istedim mi? Çok düşünüyorsa iki tencere yukarı çıkarsın."

"Bir de kadın ayağına mı gelecek?"

Gösterişsiz gülümsemem yerini histerik bir kahkahaya bırakıyor. 

"Yahu baban istemiyor diye duvara iki çivi çakamıyoruz be. Ayak sesimiz dert oluyor. Gece yıkanırsak şofben sesi yana gider diye koynuna almıyorsun beni. Bu mu düzen?"

"Ne yapayım, anamı babamı mı reddedeyim?"

"Ben anamın babamın yanından buralara gelince reddetmiş mi oldum onları?"

"Aynı şey mi?"

"Değil çünkü her şey sana özel değil mi? En iyi evlat sensin, en iyi abi, enişte, dayı, amca... Her şeyin en iyisisin. Sorumlulukların var senin. Bir kenara koyamazsın hiçbirini. Fark et artık, ben de varım. Buradayım ya," Sandalyeden geriye yaslanıp kendimi gösteriyorum. "Karınım ben senin karın, bana karşı yok mu sorumlulukların?"

Yan sandalyeden dirseğini kaldırmadan başını eline götürüyor. Alnı avuç içine yaslı, parmakları ile şakaklarını sıkıyor. Beklediğim anda beklediğim tepkileri veriyor. Onu tanıyor oluşum beni iyi hissettiriyor. Burnundan derin bir nefes alıyor ve yavaşça veriyor. Bir süre devinim hâlinde buna devam ediyor. Gözlerimin nemlediğini suiletinin bulanıklaşmasıyla fark ediyorum. Üzgün değilim, ona bakarken burnumu sızlatan bir şefkatle baş başa kalıyorum. Üniversite kantininde göz göze geldiğimizden ve ilk anda ona aşık olduğumdan beri bu böyle oluyor. Ona yılmaz bir güçle aşığım. Gül yüzüne bakarken içim daralacak kadar ona kıyımsızım. Onu seviyorum ve bugün buraya onu darmadağın etmek için geldim. 

"Konuşsana, kahramancılık oynayınca seni taktir edecekler mi sanıyorsun?"


Sonunda başını kaldırıp benimle göz göze geliyor. Masaya doğru eğilirken "Kalbini mi kırdırtmak istiyorsun Birben, amacın bu mu?" diye soruyor. Garson yemeklerimizi getirdiği için geri yaslanmak zorunda kalıyor. Susuyoruz. Çaprazımızdaki adam kalkıyor. Yanılmışım, buradaki kimsenin kocası o adam değilmiş. Unutmuşum, bu lokantada müşterilerin bekledikleri mucizelere de bir servis açılıyor. 


Çatalımı göz hizzama kaldırıyorum. Çatal iyi yıkanmamış, yemek lekesi var. "Daha pis bir yer bulamadın mı Birben?" İşte şimdi hiç değişmemiş gibi geliyor burası, tıpkı çocukluğumdaki gibi hissettiriyor. Salih küçük bir parmak hareketiyle garsonu çağırıyor. "Yeğenim sana zahmet şu çatalları bi' değiştir."  Garson çatalları kaptığı gibi bir koşu gidip temizini getiriyor. Ben cesaretimi kaptığım gibi bir solukta goncam kocama soruyorum: "Salih, beni seviyor musun?"


Onunla ilk kez üniversite kantininde karşılaşıyoruz. O zamanlar yarı zamanlı öğrenci olarak okul kantininde çalışıyor. Her perşembe ders arasında kantine iniyorum ve ondan çay istiyorum. Çayın ne kadar olduğunu biliyorum fakat onunla daha fazla konuşabilmek için her seferinden borcumu soruyorum. Paramı tezgaha bırakmak yerine ona uzatıyorum. Bir süre bu böyle geçip gidiyor. Küçük bakışmalar, çayımı alırken birbirine değen parmaklar, utangaç baş eğmeler... Sonra bir gün müessesemizden diyor çay. Gül desenli bir zarf uzatıyor, bu da eşantiyonu... Neyin, diyorum. Tezgahtan uzaklaşıp kendini gösteriyor. Bu yaşıma kadar duyduğum en komik şaka buymuş gibi gülüyorum ve çayımla beni görebileceği bir köşeye geçip zarfı açıyorum. 



Biricik değilim, biriciğim

Akışkan bir kalp ile yaşıyorum

Nereye aksam ben, sana benziyorum

Biricik değilim, biriciğim

Yeniden doğmak da mühim değil

Yine aynı acılarla dirilmek istemiyorum

İstemiyorum ödeşilmiş o aşkı

Seni seviyorum


Salih Güler



O gün bana, benim ona olduğumdan daha çok aşık olacağının vaadini veriyor. Kabul ediyorum. 

"O nasıl soru, sevmesem bunca şeye katlanır mıyım?"

O sözünü hiçbir zaman bozmuyor. Bana ona duyduğum aşktan daha yoğun bir aşkla bağlanıyor.

"Neye katlanıyorsun?"


Günün birinde çocukluğunu anlatıyor Salih. Hasbelkader yine aynı acılara denk gelir diye yeniden doğmasın isterken buluyorum kendimi.

"Dönüyoruz dolaşıyoruz yine aynı yere geliyoruz."


Babasının aslında amcası olduğunu öğreniyorum. Yengesinin çocuğu olmayınca öz babası onu abisine vermiş. Amca zaten baba demek, yengesi de çocuk hasreti çekmesin. Köksüz olur mu, ne de olsa kan aynı kan. Ama Salih uğurlu çocuk tabii, altı yaşına gelmeden anne bildiği yengesi hamile kalmış. Yiyor tatlıyı, doğuruyor atlıyı. Aman sabahlar olmasın, baba bildiği amcası da sonunda en sahicisinden kökleniyor. Hâl böyle olunca Salih'i öz ailesine geri veriyorlar. 

"Hayır hayır. Sahiden soruyorum. Seni anlamak istiyorum."

Salih kimsenin evladı olamıyor ama doğduğundan beri ondan birilerine evlat olunması isteniyor. 


"Birben, her şeye rağmen hâlâ annemlere karşı senin yanında duruyorum. Benim için kolay mı sanıyorsun? Onca laf sözle sen değil, ben uğraşıyorum. Buna rağmen bir gün olsun sana gelip bir şey dedim mi, eksikliğini yüzüne vurdum mu? Oturup kalkıp aynı şeyler. Ne olacak taşınınca? Her akşam çoluk çocuk sesi işte, fena mı oluyor?"

Konuşmayacağımı anlayınca elime uzanıyor.


"Birben'im." diyor. O kadar basit bir kelimeyi sahipleniyor ve ben de o kadar basit bir kelimeyi onun belliyorum ki aklımın ucuna goncam kocam düşmeden kendimi ifade edemez oluyorum. Anlatamıyorum.


"Biliyorum, stresli bir dönemden geçiyorsun. Bu sefer de tedavinin işe yaramayacağından korkuyorsun ama hissediyorum, mucizeler hep olur." 


Mucizeler aynı anda iki kişiye uğramaz, bir ben biliyorum.

"Salih, beni seviyor musun?"

"Seviyorum tabii, benim sizden başka kimim var." diyor. Gülümsüyorum. Çantamdan bir zarf çıkartıyorum. Zarfı görünce yüzü anılarla gölgeleniyor. O da gülümsüyor. "Dün o kalabalıkta veremedim. Geç oldu ama doğum günü hediyen..." Zarfı açıyor, içinde ne yazdığını ben zaten biliyorum.


Goncam kocam,


Senden uzaklaştığımı sabaha karşı uyuduğum evden öğlene doğru çıktığımda fark ettim. Bir yumru hafifçe içime oturdu, dünyada çok az yer kaplıyor olsa gerek ki inceden de olsa ağırlığını hissetmedim ama bir an her şey tepetaklak oldu. Bu his hâlâ çok az yer kaplıyordu, üstelik içim de kocamandı fakat bir an, dedim ya işte o bir an dünya içine çekiliverdi. Her şeyin ağırlığı, büyüklüğü, kolu bacağı, dünyada kapladığı yeri, kaşı gözü aynı kaldı da dünya birden büzüşe büzüşe gözlerimin önünde küçülüverdi. Ben ise o hisle öylece ortada kaldım. O anı nasıl anlatsam sana, şöyle bir yerde kambur durdum ama öyle bir durdum ki omuzlarım ayaklarıma değdi, sığmak için küçüldükçe küçüldüm ve yine de nefes aldıkça başımı dünyanın tavanına vurdum. Öylece, dünyada yerim hiç değişmeden ve içim hâlâ kocamanken bu hissi içime sığdıramaz oldum. Biliyorum, beni yaşambaz bir tutku ile seviyorsun. Üstelik hayatına aldığın sayılı insanlardanım, değil mi? Bu beni teselli eder sanıyordum fakat karşımda öylesine dururken bile sendeki yerimi biliyor olmak içimde önlenemez bir yıkıma sebep oluyor. Ne yazık, hayatındaki sayılı insanlar arasında benim yerim sana en uzak olan o yer. Sevilmemeyi anlayabilirdim, sevilmemeyi kaldırabilirdim ancak en az sevilen olmayı anlayamıyor ve kaldıramıyorum. Kendimi hayatındaki herkesle kıyaslıyor olmak öz kıyım gibi... Yerimi yadırgıyorum ve artık beni neyin teselli edeceğini biliyorum. Kocam, bunca zaman bekleğin o mucizenin sonunda açacağı gibi zihnimin içini ivedilikle sana açıyorum. Korkaklık diyeceksin, kabullenip sana sırt çevirişler eyliyorum. Senin hayatında olmayı değil fazlasını istiyorum.


Nice yıllara gülüm kocam,

Sevgi ve sıhatle...

Hoşça kal.