“Begonviller köyündeki korku hikayeleri… Belirli bir yerde yaşayan insanların başından geçen korku hikayelerinin anlatıldığı antoloji serisidir.”


Köyü genç bir doktor ziyaret etmişti. Sarışın, boncuk gözlü, bıcır bıcır bir kızdı. Mesleğinin daha başında olmasına rağmen fevkalade hevesliydi. Gelir gelmez herkesin derdine deva olmuştu. Köylüler kısa zamanda onu bağrına basmıştı. Muhtar da geceleri dikkatli olmasını, karanlık çökünce dışarıda dolaşmamasını tembihlemek dışında fazla bir uyarıda bulunmamıştı. Bir nevi onu kendi haline bırakmıştı. Genç doktor da köylüleri pek bir sevmişti. Her akşam başka bir evin misafiri oluyordu. İkramlar, tatlı sözler… Epey gururunu okşuyordu. 


Bir akşam aşağı evlerden birinde yatıya kaldı. Karı kocanın biricik oğulları hastalanmıştı. Zavallıcık günlerdir hasta yatıyordu. Genç doktor onunla alakadar olunca ailesi pek bir memnun oldu. Hal böyle olunca kızı evlerinde ağırlamak istediler ve müthiş izzeti ikramlarda bulundular. Genç doktor her ne kadar mahcup olsa da halinden şikâyetçi değildi. Etrafında dört dönüyorlardı. Ufaklık da kısa sürede kendini toparlamıştı. 


Yalnız evin babaannesi garip kadındı. Her gece yatmadan önce doktorun odasına uğrar, kapı eşiğinden dua okurdu. Sözleri tam anlaşılmasa da arkasını dönüp gittiğinde kızın içine bir huzursuzluk çökerdi. Gün boyunca evin içinde gözetlendiği hissine kapılırdı. Dayanamayıp bunu evin annesine anlattığında, “Kafası gidik onun,” cevabını aldı. “Siz dert etmeyin, zararsızdır. Çok rahatsız oluyorsanız kapınızı da kilitleyebilirsiniz ama dediğim gibi… Delidir ama tehlikeli değildir.”


Genç doktor fazla kafasına takmamaya çalıştı. Gün içinde meydana inip kahvede oturur, köylülerle sohbet ederdi. Hepsi cana yakın insanlardı, konu bir noktada ağrılarına gelse de ona karşı her zaman sevecen davranmışlardı. Köyün doğasına yakışmayacak bir sakinlikti bu.


Ailenin evindeki ziyareti uzayınca bu konu konuşulmaya başlandı. Bir öğleden sonra, meydana indiğinde yaşlıca bir kadın önünü kesti. Sesinde bir tuhaflık vardı. Neredeyse fısıldar gibi konuştu: “Nasılsın kızım? Bir derdin, sıkıntın olursa hiç çekinmeden gel bize, olur mu? Aman deyim… Yalnız hissetme.” 


Genç doktor hafiften şaşırarak, “Gayet iyiyim,” dedi. “Neden öyle söylediniz?”


“İçime bir korku çöktü, ne bileyim. Sağı solu belli olmaz o kadının. Ters bir laf ederse gel, bize söyle.”


Bunun üzerine başıyla hafifçe onaylayarak, “Ben sorun etmiyorum,” diye mırıldandı. “Belirli bir yaştan sonra olabilir, normal.”


“Yok.” Yaşlı kadın kolundan tutup çekiştirdi. “Anneyi diyorum ben, evin gelinini. Ne büyüler yaptırdı zamanında, çocuk için. Üç harfliler dadanmış ona. Az değil, kaynanasına da ne ettiyse koskoca kadın dut yemiş bülbüle döndü.”


“Büyü mü?” Genç doktor biraz alaya aldığını belli eder tonda söylemişti. Yaşlı kadın birdenbire köpürdü. 


“Dediklerimi yabana atma. Kıskanıverir bir gün, başına bela alırsın.”


Sıkıntılı insanlarsa onlarla kalmaz istemezdi elbette. “Biraz daha detaylı anlatır mısınız?” diye sordu meraklanarak. Fakat yaşlı kadın daha da öfkelendi. 


“Ne yapacaksın sen?” diye çıkıştı. “Kaç git, daha da dönme buralara. Cinli köyden kime, ne hayır gelmiş?”


“Cinli köy derken…” Güldü. “Bildiğimiz, üç harfliler mi?”


Yaşlı kadın sorusunu yanıtsız bırakarak çekip gitti. Genç doktor sözlerine kulak asmamıştı. Çocuğun annesi oldukça tatlı kadındı, sadece çocuğu için endişelenmişti o kadar. Onu günlerdir misafir eden ailenin dedikodusunu yaptığı için kendine kızdı. Ayaklanıp evin yolunu tuttu.


Bahçedeki divanda oturup kahve içtikleri sırada anneye olan biteni anlattı. Kadın onu sakince dinledikten sonra aşırı bir tepki vermedi. Çocuğu olsun diye büyücülere gittiğini itiraf etti ama sonrasında, “Kendimden başkasına ne zararım olacak?” diye söylendi. “Zaten oğlum da çok şükür sağlıklı. Yine de gitmek isterseniz inan olsun darılmam.” 


Genç doktorun suratı utançtan kızardı. “Olur mu hiç, ben yalnızca haberiniz olsun diye söyledim. Ne kadar teşekkür etsem azdır, bana evinizi açtınız.”


“Bize çok faydanız dokundu. Teşekkür etmenize gerek yok.”


Genç doktor bahçedeki korkuluklara göz gezdirdi. Ne zamandır dilinin ucundaydı. “Neden bu kadar çok korkuluk var?” diye soruverdi. Her evin bahçesinde en az bir tane görmüştü ve hepsi insanlara şaşırtıcı derecede benziyordu. Kadın belli belirsiz tebessüm etti. 


“Bahçeye dadanmasınlar diye…” 


“Kimler?” Bir kez daha sorusuna yanıt alamamıştı. 


O akşam yemekten sonra üzerine bir ağırlık çöktü. Odasına gidip biraz dinlenmek istedi. Kısa sürede uykuya daldı ama gördüğü rüya hiç de hayra alamet değildi. Yaşlı kadın kapının eşiğinde duruyordu, her zamanki gibi. Fakat bu defa dua edip gitmek yerine yatağına doğru ufak adımlar atıyordu. Genç doktor üstündeki yorganı sıkıca tutuyordu, onu koruyacakmış gibi.


“Kaç kızım,” diyordu yaşlı kadın. “Kaç, kurtar kendini.” 


Genç doktor felç geçirmiş gibi kadına baktı. Dua ederken hafif mırıldanırdı ama bunun dışında adam akıllı konuştuğunu duymamıştı. Halinde bir tuhaflık vardı. Normalde donuk bakan gözleri şimdi yaşlarla doluydu.


Tam ağzını açıp bir şey diyecekken sıçrayarak uyandı. Bakışları hemen kapının eşinde duran gölgeye kaydı. Evin babaannesi değil, geliniydi gelen. “Affedersiniz,” dedi mahcup bir ifadeyle. “Sizi uyandırmak istemedim. Huzursuz görünüyorsunuz. İyisiniz, İnşallah.”


Genç doktor elindeki tepsiye baktı. İçecek bir şeyler getirmişti sadece. Kadın fincanı yatağının yanındaki küçük sehpaya bıraktı. Başta çay sandı ama kokusu dayanılmazdı. Herhangi bir bitki çayına benzetememişti.


“Tadına aldanmayın, çok şifalıdır. Uyumanıza yardımcı olur.”


Fincanı dudaklarına götürdü ama içemedi. Midesi kalkmıştı. “Hepsini içecek misiniz?” diye sordu, kadın. Öyle bir bakışı vardı ki… Genç doktor kendini oldukça rahatsız hissetti. 


Zoraki gülümsedi. “Tabii, sağ olun. Fincanı mutfağa bırakırım ben.”


Nihayet ikna olup gittiğinde kapı yarı açık kalmıştı. Genç doktor derin bir nefes aldı. Gereksiz yere evhamlanıyordu. Duydukları onu sandığından fazla etkilemişti. Yine de kadının getirdiği bitki çayını içmeye yanaşmadı. Yatıp uyudu, gecenin bir vakti sıçrayarak uyandı. Bu sefer aşağı kattan gelen sesleri duymuştu. Sıkıntılı bir durum olduğunu düşünerek yataktan kalktı. Aile oğlanın başına toplanmıştı, çocuk yeniden ateşlenmişti. Kendini bir sağa, bir sola atıyordu. Evde panik havası hâkimdi.

Genç doktor buna neyin sebep olduğuna bir mana veremedi. Daha az önce tamamen sağlıklı gözüküyordu. Çocuğun yanına yaklaştı, alnına dokundu. Ateşler içindeydi. Dikkatini bir an için odada bulunan aile üyelerine verdiğinde tuhaf bir durum fark etti. Odaya girdiği andan beri çıt çıkarmamışlardı. Boş bakışlarla, put gibi dikiliyorlardı. Evin babaannesi ise zangır zangır titriyordu. 


Sırtından aşağı bir ürperti gezindi. Mantığı kaçıp gitmesine engel oluyordu. Ailenin çocuklarının ölümünü kabullendiğini düşündü. Fakat iyiden iyiye telaşlanmıştı. 

Çocuğu görünce kendine geldi ve üstündeki kıyafetleri çıkardı. Ona bol su içirdi. Alnına bir bez koyarak vücut ısısını indirmeye çalıştı. Yarın ilk iş şehre inmeleri gerekiyordu. Genç doktor canhıraş halde çocukla ilgilenirken kadın öyle bir laf etti ki donup kaldı. 


“Size verdiğim çayı içmediniz mi?”


Normalde olsa, “Ne çayı?” diye bir tepki verirdi ama kadının tonlamasından köylülerin haksız olmadıklarını anlamıştı. Çocuğu orada bırakıp gitmeyi düşündü ama bunu yapmaya vicdanı el vermezdi. Üstelik, aile tam kapı eşiğinde duruyordu. Çaktırmamaya karar verdi. Sabah olur olmaz kaçıp gidecekti. 


Kadınla tek bir kelime bile konuşmak istemese de, “Duş aldıralım mı?” diye sormak zorunda kaldı. Çocuğun annesi ona bakmayı sürdürdü.


“Soruma cevap vermediniz.”


Sinirlendi. “Çünkü oğlunuzla ilgileniyorum şu an.”


“Çok gerginsiniz. İçseydiniz… gevşerdiniz de.” 


“Ne demek istiyorsunuz?” Sesi tahmin ettiğinden telaşlı çıkmıştı. Kalbi ağzında atıyordu. 


“Bu çocuğa sahip olmak için neleri feda ettim, bilseniz. Ölmesine izin veremem.” Evin babaannesini işaret etti. “Beni vazgeçirmek için neler etti, utanmasa elimi kolumu bağlayacaktı. Ama şimdi tek kelime edemiyor, bakın. Günah benim günahım, kimsenin buna ortak olmasına lüzum yok. Olan oldu bir kere.” 


“Pekala…” Çıldırmasına ramak kalmıştı. “O halde yardım etmeme izin verin.” 


“Sizin yardımınız fayda etmez. Onlar hasta ediyor çocuğumu. Vakti gelince oğluma karşılık beni alacaklardı ama siz gelince işler değişti. Çok yazık… Çayı içseydiniz hiç hissetmeyecektiniz ama siz uyanık kalmayı tercih ettiniz.”


Genç doktor kaçmak için bir hamle yaptığında kadın üstüne doğru atıldı. Kaçabilmesinin imkânı yoktu. Evin babasının da yardımıyla yaka paça dışarı çıkarıldı. Çığlık atmaya, ellerinden kurtulmaya çalışsa da nafile bir çabaydı. Genç doktorun önce ellerini, sonra ayaklarını bağladılar. Ağzına bir bez parçası koyduktan sonra geri eve girdiler ve kapıyı üstlerinden kilitlediler. Tüm gece genç doktor dışarıda, evdekiler içeride kaldı.


Ertesi sabah uyandıklarında genç doktoru ölü buldular zannedebilirsiniz ama hayır, ondan geriye hiçbir iz kalmamıştı. Sadece ipler ve ağzına tıktıkları bez parçası… Bedeniyse sanki hiç orada olmamıştı. 

***