Sana; beni hiç tanımayan sana.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nda buna benzer bir cümleyle başlıyor Zweig. Beni tanımadığını söyleyemem, belki de herkesten çok sen tanıdın beni çünkü korkularımı gördün. Söylemek istediğim, içimde bir deniz gibi kabaran öfkemin dindiğini görmek ister miydin bilmiyorum, hangisi işine gelirdi ondan da emin değilim artık. Biraz konuşmak istiyorum bu gece.
Hayalkırıklığının öyle keskin bir tadı var ki, öğrenmemeni dilerim. Ama bir gün tadarsan da, senin için ne üzülürüm, ne de sevinirim.
Beni korkunç bir şüpheyle bıraktığın için seni affetmiyorum.
Beni sana inandırdığın için seni affetmiyorum.
Beni bir dünya insan arasından, sadece sana inandırdığın için seni affetmiyorum.
Seni mevcut bir savaşın ortasında bıraktığımı sanarken bile, gözüm üzerindeydi.
Beni yenik başladığım bir savaşın tam ortasında, dünyaya yenildiğim yetmiyormuş gibi, bir de sana yenik bıraktın. Ve öylece gittin. Gözünü kırpmadan.
Hatırlıyor musun, bir gün telefonda bana şuna benzer bir şey söylemiştin; ‘Yok çok seviyormuş, annesine ağlamış, korkmuş, falan. Davranışlarının sorumluluğunu almak zorundasın, yaşadığın şeyler sana başkasına bok gibi davranma hakkını tanımıyor.’
Trajikomik benim için.
Sen, dünya üzerinde tanımamış olmayı dilediğim ilk ve tek insansın. Seni affetmiyorum.
Bana hep dinlediğimi, bana yükselip bir şeyler söylediğinde bile sesimi çıkarmadığımı söyledin, çünkü hatalıydım, davranışlarımın sorumluluğunu alıyordum. Ve inan hiç acıtmıyordu bu beni, zoruma gitmiyordu. Senin aksine. Eğer sorumluğunu almak istediğin davranışın buysa hiç gerek yoktu bunlara, bana adam gibi seni hayatımda istemiyorum deseydin anlaşılır olurdu. Ha yok, canını yakmak istedim dediysen, etkili oldu.
Öyle yalnız hissettim ki, çünkü beni kendine, sevgine ve asla gitmeyeceğine inandırdın. Olanlar için kızgın olduğum sen değilsin, nasıl olur da inanırım diye öyle öfkeliyim ki, kızdığım benim.
Gerçekleşmemiş bir vaadin, içimde bin bahçe kuruttuğunu gördüğümde, senin bahçeni talan edecek herhangi bir cümleyi kuracak gücü içimde bulamadım, dedim sana. Sen hiç bu kadar güçlü olmamışsındır. Zaten benim bahçe dediğim bataklığa baktıysan eğer, iki üç ot vardır kurumaya yüz tutmuş. Belki de bu sebeple acımasızdın bu kadar:)
İlk zamanlar bir yerlerde karşılaşıp sana ağzıma geleni saymanın hayalini kurdum, sustuğum her şeyi hak etmediğini söylemek istedim. Ama eğer şimdi beni bir yerde görecek olursan, ki pek ihtimal vermiyorum buna, ben yanından geçen bir başkası kadar yabancıyım sana. Sakın durma, ben durmayacağım çünkü.
Sen günlerce göğsüne bastığını sanarken parçalara ayırdığın beni, şimdi tutup sevdiğini söyleyemezsin. Söyleme de. Seni de suçlamıyorum, iyi bir şey yaptığını sanıyordun ama, sevgi her insana aynı yöntemle yaklaşmaz.
Çok üzgündüm önce ama ben başkasını aynı yücelikle seveceğimi biliyorum. Kendimi affeder yeniden adım atma cesaretini gösterebilirim. Ve hayır, sevişirken seni hatırlamam bile. Ama sen, karşısına oturup hayatına almak istediğin her insanda beni göreceksin. Öpmek isteyip uzandığın tüm dudakların benim olmasını dileyeceksin. Dokunuşumun altındaki sıcacık heyecanı hissetmedin hiç ama tüm kalbinle diledin. Bu arzu sana beni unutturmayacak üzgünüm.
Ben senin ela gözlerini örten uzun kumral kirpiklerini, keskin yüzünü unuturum, bu dağıttığın bahçeyi unutmam.
Bir zaman göğüs boşluğumda her şey çok derinden kırılıyor gibiydi ama şimdi baktığımda bitmiş görüyorum her şeyi. Devam ediyorum, bazen seni rüyamda görüyorum, bazı günler oluyor ki gece yatarken seni hiç düşünmediğim aklıma geliyordu. Artık geceleri de gelmiyorsun. Benden gittin tamamen.
Öyle komik ki artık sana dair her şey. Tüm vaatlerin ve o şişirdiğin vücudunun ardına sakladığın kalbin. Ben kalbine dokunduğumda onu kırmak aklımın ucundan bile geçmemişti.
Bu gece sana dair son kez yazıyorum. Bundan sonra buraya gelme, yazdıklarımda anlam arama, beni bıraktığın yerde değilim.
Tek bir kelime hak etmeyen benden, sana.
Unutma.
Acıtıyor ama tek yapabildiği bu.