Çöpçüler Kralı sadece iyi bir film değil, bir başyapıt. İstanbul ve Türkiye'nin dertlerini değil de New York'un dertlerini anlatan bir film olsaydı komedi filmi olmasına rağmen senaryo, yönetmen, müzik, erkek oyuncu, kadın oyuncu, yardımcı oyuncu falan derken 400 dalda Oscar alırdı, bu kadar net söylüyorum. Peki neden bu kadar farklı?
Bir kere filmde iyi karakter diye bir şey yok.
Türk filmlerinin kanseridir bu genel olarak. Bu filmde hakikaten yok. Filmin ana karakteri Abdi'nin "Koskoca bir devletin memuru, hizmetçi parçasıyla ne yapsın?" sözleriyle toplum içerisinde oluşan sınıfsal farklara bakış açısını görüyoruz ve eline geçen ilk fırsatta şarkıcı olduğu gibi daha önce saf bir şekilde aşık olduğunu düşündüğümüz "gündelikçi" Ayşen Gruda'yı "Ben koskoca bir şarkıcıyım, ne işim var temizlikçiyle" diyerek ezmekte beis görmüyor. Yani eline fırsat geçtiği gibi o role bürünen, toplumun o role biçtiği özellikleri aynen yansıtmakta hiç bir sıkıntı görmeyen bir çöpçünün aşkını görüyoruz aslında. Kısacası Abdi gündelikçi Ayşen Gruda'ya aşık olmuyor. Onu kendi sınıfından gördüğü için kendisiyle eşleştirebiliyor. Saf bir aşktan bahsetmiyoruz burada. Diğer karakterler zaten malumunuz. Her biri farklı tonlarda gri. Hiç ama hiç beyaz yok...
Şener Şen devleti temsil ediyor.
Devlet mi halk içindir, halk mı devlet için sorusuna cevap aranıyor bu karakterde film boyunca. Devlet memuru olduğu bulunduğu çevrede çeşitli imtiyazlara sahip olan, bu imtiyazları kullanmaktan geri kalmayan bir karakter. Devlet için "halk tarafından korkulan, adaletsiz, işine geldiğini yapan, hayatı garanti altında olan, rahat yaşayan" mesajı verilmeye çalışılıyor film boyunca. Burada Şener Şen sadece bir zabıta amiri değil yani. Burada aslında Şener Şen o dönem ki başbakanlara, bakanlara, tüm memurlara bir eleştiri. devlete eleştiri...
Ayşen Gruda bir üst sınıfa çıkmak için elinden geleni ardına koymayan bir karakter.
Ancak o kadar güzel bir şekilde veriliyor ki bize, o bile sempatik ve komik gelebiliyor. Tüm aile belli ki doğu kökenli. Boyacı kardeşin "Memlekette olsak temizlerdik de burada adam zabıta memuru kolay değil." demesi ile bu ipucunu veriyor senarist. Burada göç sorununa bir eleştiri getiriyor. insanlara "Sokakta arabalarımızın teybini kim çalıyor?" diye sormayın diyor. İşte nedeni bu diyor. Onları suçlu olarak göstermiyor dikkat ederseniz. Nedenlerini, içinde bulundukları şartları irdeliyor tüm film boyunca. Suçlu göstermediği gibi şirin gösterip aslında fakirler. ondan bu iş de demiyor. Yahu o kadar güzel kurulmuş ki bu denge. Neyse uzatmıyorum...
Fark ettiniz mi? Film boyunca gazeteci çocuktan dönemi öğreniyoruz. Sanki film o dönem için değil de ileride bu filmi çok izleyecekler kafasıyla yapılmış bir belgesel gibi. Sağcı solcu çatışmaları, bombalanan kahveler, trafik kazalarında yitip giden hayatlar. işte böyleydi bizim zamanımız diyor. Kemal Sunal'ın keyifli bir anında gazeteci çocuk geliyor. Trafik kazasında yok olup giden bir ailenin haberini veriyor. Tüm film boyunca Abdi'yi en suratı asık o an görüyoruz. Bu Türk insanının saflığını gösteriyor.
Yazacağım gazeteye diyen amca medyaya eleştiri...
Kıçının kılları ağarıp hala içinde bulunulan şartları analiz edemeyen, kendince bir şeyleri değiştirdiğini düşünüp hiçbir şey değiştirmeyen köşe yazarlarına giydiriyor aslında senarist.
Benim izlerken dikkat ettiğim en önemli detay halktı. Çöpler alınmıyor, ekmek-tüp kuyrukları oluşmuş, sağcılar solcuları, solcular sağcıları yerken alttaki hiç bir şeyden habersiz halk bu çatışma karşısında sadece hayatta kalmakla meşgul. Filmdeki hiç bir karakterin gözümüze sokulan bir siyasi eğilimi yok. Hepsi canının derdinde. Hayatta kalmaya çalışıyor. Filmdeki hiç bir karaktere siyaset yaptırmayarak ancak bu kadar siyaset anlatılır hakikaten.
Abdi'nin kapıcı arkadaşı bile başlı başına bir başyapıt. "Tut kızın saçından getir." diye gazlıyor Abdi'yi. Sonra Şener Şen ve kızın ailesi karşısına gelince "Tek başına düşünmemiştir o salak, kesin biri gaz vermiştir." diye anında patlatıyor bombayı. Film boyunca Abdi'yi amiri karşısında isyana sevk etmeye çalışan, en sonunda da kız kaçırma olayında başarıya ulaşan bu protest karakterin, başı zora gelince hemen u dönüşü yapıp yolunu bulmaya çalışmasını anlatıyor. İşçi sınıfının büyük kısmına solcu bakış açısıyla bir eleştiri bu.
Abdi'nin kız kaçırmaya çalışması sonrası kovalama sahnesi Türk sinemasının en iyi sekansı olabilir zaten. Diyaloglara falan girmeyeceğim biliyorum ki hepiniz ezberlemişsinizdir artık. Bir yönetmen sadece bir adamı kovalatarak bu kadar fazla şey anlatamaz dersiniz, imkansız dersiniz ama hiç bir karesi için üşenilmemiş o sahnelerin çok belli.
Ayşen Gruda'nın gecekondu evinde kovalama başlıyor. Asfalt yok. Çamurların içinde koşturuyorlar. Çamurlu yoldan çıkıyorlar belediyenin hiç toplamadığı çöplerle dolu arazilerden geçiyorlar çocukla beraber. Abdi'nin peşinde henüz sadece ufak kardeş var. Etraf zaten yıkık dökük yarım yamalak gecekondu ve binalarla dolu. Abdi ve en küçük kardeş köşeyi dönerken durdurduğunuzda arka planda çöple dolu arazide yaşlı bir adamın arazide oluşan çöp yığınından bir şeyler toplamaya çalıştığını görüyorsunuz. O bitiyor, ayakkabı boyacısı abiye doğru kaçarken belediyenin hiç bitmeyen sokak kazılarından birine şahitlik ediyorsunuz, kazma kürek kazıyorlar. sigara satan kardeşi de aldıktan sonra kahveden çıkan babayı görüyoruz. "Baba yakala!" diye koşmaya başladıklarında sahneyi durdurursanız arka binada Bağımsız Türkiye" vs. yazılan o dönemin solcularının duvarlarını görüyorsunuz. Baba da koşmaya başladıktan sonra 1-2 saniye kadar duvarda kalıyor kadraj. Belli ki duvarı okumamız isteniyor. Abdi'nin bir gecekondunun bahçesine saklandığı ve ardından babanın koşmaktan kösüldüğü sahnede arka duvarda yine lise-der örgütünün duvar yazısı var. Sokağın ortasında bir inşaatın düzensiz kum ve çimento yığını. O bitiyor her izlediğimde kahkaha attığım Erdal Özyağcılar'ın teyip çalarken basılması sahnesi geliyor. Filmin başından sonuna kadar gözümüze sokulan çamuru artık iliklerimizde hissediyoruz zaten. Sonunda Abdi'nin yanlışlıkla kadınlar matinesine girip ünlü olmasıyla sekansı bitiriyoruz. Söylediğim gibi hiç bir kare sadece koşan adamlar değil bu 3 dakikalık çekimde. Her saniyesi ayrı ayrı şeyler anlatıyor. Gecekondu, sağ sol çatışması, hırsızlık, halkın açlığı, çöpler, aklınıza ne geliyorsa artık. İstanbul'un ve toplumun neredeyse tüm dertlerini sadece bir adamı kovalattırarak anlatıyor yönetmen. Sadece bu sahnede değil sonrasında da etraf mesajlarla dolu. Şeker kıtlığı, kara borsa, tüp ve ekmek kuyrukları... Şener Şen'in Abdi'nin posterini yırttığı kağıdın arkasından grev afişleri çıkıyor.
Zaten filmin sonunda gazeteci çocuğun son verdiği haberi de "Hükümeti düşürmüşler." oluyor.
Film boyunca tüm ülkede karışıklık hakim ve hükümet filmin sonunda dayanamayıp düşüyor. Hükümetin düşmesiyle Abdi'nin macerası da resetleniyor bir nevi ülke gibi. İşin trajikomik yanı da halk bunu bir gün sonra gazeteden öğreniyor. Tepedekilerin kendi aralarında yaptığı çatışmaların aslında alt tarafın ekonomik ve kültürel yaşamlarını mahvettiğini, ancak bu işlerden de çok bir haberinin olmadığını görüyoruz. Temizlikçi Abdi devletin ona sağladığı düzende hayatta kalmaya çalışıyor sadece. Bunun nedenini sorgulamıyor. Tüp için kuyruğa girilmesi gerekiyorsa giriyor, çöp alınmıyorsa alınmıyor. Kimin başta olduğundan bağımsız, karnını doyurmaya çalışan sınıfın filmi bu bir bakıma... Herkes kendine verilen rolü oynuyor. Neden ben bu roldeyim demiyor.
Çok sevdiğim Türk filmleri var ancak tüm Türk sinema tarihinden bir tanesine başyapıt diyebileceksin sadece deseler herhalde bu filmi söylerdim ben. Bir film hem bu kadar sert bir politik duruş sergileyip, hem toplum içerisindeki sorunları, sınıfsal çatışmaları anlatıp aynı zamanda nasıl bu kadar komik olabiliyor izledikçe şaşarım. Kibar Feyzo'yu da bu sınıfta değerlendiriyorum bu arada. Onun da yeri ayrıdır çözümlemesini yapmıştım, okuyanlar bilir.
Ama Çöpçüler Kralı biraz daha İstanbul'un dertlerini anlattığı için milim farkla öne geçiyor gözümde. Kimin en ufak bir emeği geçtiyse bu filmin yapımında başrolünden kameramanına, ışıkçısına, sesçisine kadar her şeyiyle helal olsun...
Mihriban
2023-09-19T22:07:13+03:00En sevdiğim Kemal Sunal filmidir. Muhteşem bir inceleme. Tebrikler. :))))
Edanur Koç
2023-08-17T20:35:17+03:00Teşekkür ederim hocam. Yorumunuz benim için çok önemliydi. Onur duydum. :)
Mısra Ergök
2023-08-14T22:23:00+03:00Çok çok iyi bir inceleme. Büyük bir keyifle okudum. :)
Edanur Koç
2023-08-13T23:44:48+03:00Yorumunuz için teşekkür ederim. Evet bu muhabbeti biliyordum, bayağı etkileyici.
Samet Karabulut
2023-08-13T23:33:00+03:00Mükemmel bir inceleme olmuş. Müsadenizle ben de filme dair bir detaydan bahsetmek istiyorum. Kemal Sunal'a bu rol teklif edildiğinde Beyoğlu'nun gerçek çöpçüler kralı Mehmet Konuk'u gözlemlemeye başlar. Filmin çekimleri başlayacağı sırada da yanına gidip kendisini oynayacağını söyler ve helallik ister.Mehmet Konuk, Kemal Sunal'ı görünce şaşırır ve kendisinden bir ricada bulunur. Kemal Sunal, "Para mı istiyorsun?" diye sorar. O ise "Yok abi, para istemiyorum. Filmde benim süpürgemi kullanır mısın?" der. Fakat süpürgenin kendisine belediyeden zimmetli olduğunu ve dikkatli olmasını belirtmeyi de ihmal etmez. İşte bu filmde gördüğümüz süpürge Beyoğlu Belediyesi'nin temizlik görevlisi Mehmet Konuk'un süpürgesidir. Filmdeki "Devlet malıdır efendim. Belediyeden üstüme zimmetli, kaybedersem ödetirler vallaha."repliği de buradan gelir. Merak edenler internetten Kemal Sunal ile Mehmet Konuk'un fotoğrafını da bulabilir.