GÜN-106

'O yıllar ki yaşanmayacak seninle bir kez daha' demiş Ajda Pekkan. Ajda Pekkan ne güzelmiş popüler kültür kölesi olmadan önce öyle değil mi? Bir derede diyor Ajda, iki kere yıkanılmaz. Bense şimdi geçmişimi tekrar yaşayabilir miyim sevdasına düşmüş durumdayım. İçimde Ankara dışında bir his dolanmıyor. Bir şehrin hisse dönüşmesi çok garip. Başka bir adı yok bu hissin. Özlem, sevgi, nefret, öfke falan değil mesela. Ankara bu hissin adı. Sizin de hayatınızda var mı böyle hisler çok merak ediyorum. Yılları presleyip bir şehre, birkaç olaya, bir aşka... Evet, bir aşk. Aşkta görebiliriz bunun en güzel örneklerini. Yılların birleştiği, onlarca hissin üst üste bindiği hatıraların tek bir hissi olur, bir isim. Mesela ben hala arada bir Vinas hissediyorum. Vinas'ı değil, aşkı değil, özlemi değil, nefreti değil, pişmanlığı değil, mutluluğu, sonsuz sevinci değil, intikamı değil, öfkeyi, umudu değil, yalnızlığı değil, ışığı, aydınlığı değil, karanlığı değil, çaresizliği değil, susmayı değil, haykırmayı, bağırıp çağırmayı değil, küfretmeyi değil, kaçmayı, saklanmayı değil, sakinliği, dinginliği değil, başarıyı, bundan sonraki her an başarının seninle olacağını değil, gücü değil, kahkahaları değil, gülümsemeyi değil, şefkati değil... Hiçbirini tek başına değil, hepsini birlikte hissediyorum, aynı anda. Vinas hissediyorum. Ankara da böyle işte. Ankara hissetmek de böyle. Her anın, her anının aynı anda zihnine hücum etmesi, onlarca hissin aynı anda yankılanması zihninde. Bunun adı yok dostlarım. Böyle şeylerin adı olmaz. Böyle şeylere, böyle hislere hiçbir dil çare olamaz. Hem yirmi dokuz harften oluşmuş bir alfabe nasıl anlatabilir ki bütün hisleri? Yirmi dokuz harfti değil mi? Unutuyorum her şeyi. Mesela cumhuriyetin kuruluş tarihini hatırlamıyorum. TBMM'nin açılış tarihini hatırlamıyorum. Yıllarca, zihnimize kazır gibi ezberlettiler bunları bize ancak ben bunları bile unutmuşum. Umurumda da değil açıkçası. Özel günlere oldum olası salatalık görmüş kedi gibi olurum. Ne yıl dönümleri ne doğum günleri ne bayramlar hiçbiri umurumda değil. Dünya üzerinde bir tarihi hatırlayıp onun adına bir şeyler yapmak kadar saçma bir şey daha olamaz. Neymiş, unutulmasın diyeymiş. Unutulsun kardeşim. Unutulsun ki yenileri gelsin yerine. Bilim unutulmasın, etik unutulmasın. Sokakta kalan insanlar unutulmasın, hayvanlar unutulmasın. Kurtulun artık putperestlikten. Yeter yüzyıllardır geçmişinizde yaşadığınız! Geçmişinde yaşayan geleceğe ışık tutamaz. Başarısız insanlar geçmişlerindeki başarılarını hatırlamakla vakit kaybederler. Başarılı insanların buna ihtiyacı yoktur. Gidin başarılı olmak için çaba sarf edin yas tutacağınıza ya da kutlama yapacağınıza. Herkes tatil yapacak yer arıyor amına koyayım. Ne meraklısınız yatmaya. Ben de böyle ahkam kesiyorum ya kendim başarabiliyormuş gibi bunları... Korkmayın dostlarım. Ben de sizlerden biriyim. Ben de sefil bir insanım. Ben de en az sizler kadar başarısız, bir baltaya sap olamamış, geçmişinde yaşayan bir ahmağım. Salağım, aptalım, geri zekalıyım, önünü göremeyen koca bir işe yaramazım. En az sizler kadar bir boka yaramayan insan müsveddesiyim. İnsan zaten en rahat yapamadıkları hakkında konuşur. Bir baltaya sap olamamış bu dostunuz çok şey söyler, çok şey düşler, çok şey hayal eder, çok şey bilir, çok düşünür ancak bir boka yaramaz. En ufak bir çaba göstermez iyi olmak için. Bak işte bu yalan. Sürekli çaba gösterir ancak hayat ondan tarafta değildir. O da vazgeçer. O benim. Ben oyum. Biz beniz. Ben sizim. Ben sizin hiç söyleyemediklerinizim. Ben sizin cesaret edemediklerinizim. Çünkü ben deliyim. Ben istediğimi söylerim, insanlar deli der geçerler. Ancak siz susmanın kölesisiniz. Siz, içinizde yaşamanın mahkumusunuz. Sizler acınası haldesiniz. Ben haykırabiliyorum. Varsın kimse sikine takmasın. Varsın kimse dinlemesin, gülüp geçsin. Susmaktansa ölmeyi tercih ederim. Çünkü ben susarsam eğer, Can susmaz kafamın içinde. Onunla kavga edeceğime tüm evreni karşıma alır, bütün silahlarımı çeker, ölüme koşarım nefesimi tutarak. Korkaklığım en büyük cesaretimdir. Korkaklığım en büyük silahım.

 


GÜN-107

Çehov'un Kent Hikayeleri'ne bakıyorum. Sonra Taşra Hikayeleri'ne, içlerindeki onlarca öyküye... Sonra kendi hayatıma bakıyorum. Ev Hikayeleri. Bu kadar. Evden çıkmayan bir adamın ketılla olan maceraları. Bir günde kaç kez tuvalete gittiği. Bir süre sonra çöken sonsuz üşengeçlikten dolayı karnı acıktığında yemek yapmakla uğraşmamak için kuru ekmekle beslenişi. Kaç kez balkona çıktığı. Kaç kez arkadaşlarının odasına amaçsızca girip çıktığı ve o odada dakikalarca etrafa bakındığı. Kaç kez kendine aynada baktığı; değişik bir şey görmeyi umut ederek. Kaç sigara içtiği. Nasıl öksürdüğü. O çöken melun üşengeçlik yüzünden ne kadar pislik içinde yaşadığı ne denli umursamazlaştığı. Ekstra bulaşık çıkmasın diye günlerce her şeyi tek bir bardaktan içişi. Bardağın içinde oluşan post modern sanat eserleri. Arada bir camdan aşağıya bakıp 'teyze, amca, dayı, şş, yakışıklı' diye bağırışları. Öyle ki bazen 'imdat' diye bağırıp kafasını geriye çektikten sonra ağlamaya başlaması. Çünkü bunca imdat çağrısına rağmen hayatı boyunca henüz kimsenin gelip onu kurtarmayışı. Her kapı çalışında eski sevgilisinin her şeye yeniden başlamak için özür dilemeye geldiğini, sevdiği arkadaşlarından birinin sürpriz yaptığı, tanımadığı bir kadının gelip onu sorduğunu zannedişi ancak hiçbir kapının onunla alakalı çalmıyor oluşu. Evdeki kedilerle türlü türlü oynama biçimleri geliştirişi, bunlardan bazılarının onun eğlencesi, kedilerin işkencesi olmaya başlayışı. Eline bir kitap alıp yatağa uzanışı, bomboş kafasına hiçbir şeyin girmeyeceğini fark ettikten sonra kitabı bırakıp mutfağa giderek kahve yapışı. Günde kaç kahve içtiği. Hangi pencereler açıkken evde cereyan yaptığını anlayabilmek için evdeki bütün pencereleri açıp kapatarak mümkün olan tüm kombinasyonları birkaç günde deneyişi. Çamaşır makinesi çalışırken üzerine oturup titreşimin nasıl hissettirdiğini anlamaya çalışışı. Saatlerce terlikle sinek avlayışı. Telefonunun kronometresini açıp yanına koyuşu, gözlerini kapatıp ne kadar kıpırdamadan duracağını hesaplamaya çalışırken birkaç saat sonunda astral seyahat yapmaya yakın bir anda sıçrayarak uyanışı, korkunç şeyler görüşü. Kendinle olan bitmez konuşmaları -sesli-. Duvarla olan bakışmaları. Dakikalarca ışığı açıp kapatarak yanıp sönüşünü izlemesi. Bilgisayar oyunu oynaması, götü karıncalaşana dek başından kalkmayıp her kötü oyun sonrasında çığlık çığlığa küfürler savurup etrafı yumruklaması, kendini yerden yere atması. Elinde telefon, hiç durmadan sosyal medya hesaplarını yenileyip kapının çalınışında olduğu gibi ümitle onu kurtaracak birini beklemesi. O kişinin hiç gelmemesi. O gelmedikçe devam eden küfürler. Arada bir resim yapmaya çalışışı. Beceremedikçe daha çok çıldırıp telefonu tekrar eline alarak yenilemeye devam edişi. Takribi on dakikada bir buzdolabının kapağını açıp içeride ne var diye kontrol edişi, her seferinde hiçbir şey yapmadan dolabı geri kapatıp içeri dönüşü. Kimi zaman aynaya baktığında gözüne sapsarı gelen dişlerini yaklaşık günde yirmi kez fırçalaması. Tuvalete girdiğinde, eğer sıçacaksa elinde mutlaka telefonu bulunması, sosyal medya ya da bir telefon oyununda dakikalarca uğraşıp taharet musluğundan götüne su tutması. Banyoya haşlak suyla girip işi bittikten sonra buz gibi suyu açarak altında birkaç dakika kalması, kendini şoka uğratması. Banyoya her girdiğinde gideri tıkamış saçları temizleyip küfretmesi. Ne dersiniz? Sizce ben de bir öykü kitabı yayınlamalı mıyım? Ev Öyküleri. Ne kadar tatlı değil mi? Ama kabul edin iyi malzemeler var. Macera, heyecan dolu. Bunun gibi birkaç on yüz tane daha örnek mevcut aslında elimde ama sıkıldım yazmaktan. Daha konuları yazarken bu kadar sıkıldığıma göre ben bu kitabı nasıl bitirebilirim dostlarım? Boş verin. En iyisi gideyim de buzdolabı beni özlemiş mi bakıp geleyim.

 


GÜN-108

Bu kışı geçirebilmemi sağlayacak küçük, sadece kendini ısıtan bir sobam var. Bir de kaçak elektriğimiz var. Yani sonsuza kadar yanabilecek bir soba bu. Günümüz elektrik firmalarının insanları nasıl hunharca siktiğini hepimiz biliyoruz kol gibi faturalardan. Kol gibi diyorum çünkü yaklaşık on beş satır vergi yazıyor o faturalarda. Birkaç satır da kullandığınız elektrik miktarı. Durum böyle olunca bir evde üç elektrik sobası yakmak demek altı yüz lira elektrik faturası demek. Peki biz ne kadar ödüyoruz? Yüz lira. Ulan ev komple kaçak elektrik. Yüz liralık ampül mü yakıyoruz biz varlığınızı sikeyim. Neyse, bugün BİM'de üç gözlü bir ısıtıcı yetmiş beş liraya düşmüş. Annem evimdeki emektarı gördükten sonra soba derdine düştü, alalım bir tane düzgün ısın, ben alacağım sana diyerekten. Sonra bu indirimi görmüş, haber verdi bana. Ben de başlangıçta elimdeki sobayla idare edebileceğimi, gerek olmadığını, ona vereceğin parayı bana gönderebileceğini, ben de parayı zor günler için saklayıp içinden bir paket sigara alıp kendimi şımartabileceğimi söyledim. Yani tam olarak böyle söylemedim ama hissettirdim. Sonra düşündüm, yazık kadına bugüne dek yaşattıklarım, müzmin masrafım amına koyayım deyip parayı da istememeye karar verdim. Martı psikoloğa gitmeye karar verdi. Onun adına daha fazla mutlu olabileceğim bir hareket yapamazdı sanırım. Gerçekten zor durumda ve bunun farkında. Ancak bu durum için hiçbir adım atabilecek enerjisi yok. Onu çok iyi anlıyorum ancak bir çözüm yolu sunamıyorum. Kendisinin harekete geçmesi gerek. Her yerim deli dolu be arkadaş. Etrafımda bir tane psikolojisi düzgün insan yok. Ev arkadaşım da depresyona sürüklenip eski alkolik günlerine geri döndü. İçim acıyor onu ağlarken gördükçe. İçim acıyor onu böyle çaresiz, böyle uğraşıp da başaramaz görünce. İçim acıyor bana ne kadar benzediğini gördükçe. Neyse yine dağıttım konuyu. Martı sabah dokuzda onu uyandırmamı istedi. Bu bahsi geçen dokuz, aynı zamanda BİM'in açılış saati. Yani sobanın var olacağı zaman dilimi. Ben yine günlerdir evden çıkmıyorum dostlarım. İçim çürüdü. Bu iç çürümesi deyim olan, halk arasında kullanılan şekliyle değil, gerçekten bir çürüme şeklinde baş gösteriyor bende. Mesela ciğerlerim çıkacakmış gibi öksürüyorum artık. Belim ağrıyor. Omzum beni öldürüyor. Başım ağrıyor. Vücudum yok olma sinyalleri gönderiyor artık bana. İçim çürüdü ve bunu kimse fark edemiyor. Yavaş yavaş öldürüyor bu delilik beni dostlarım. Odaklanamıyorum. Ben de sabah hazır uyanmışken dışarı çıkmama yardımcı olur diye, yani sadece evden çıkıp bir şey yapmış olayım diye gidip soba aldım. İnsan sadece bir şey yapmış olmak için gidip soba alır mı? Kadınların alışveriş çılgınlığı bu mu acaba? Bozuk psikolojide sadece bir şey yapmış olmak için yapılan hareketler bütünü mü? Allah'ım, sanırım kadınları anlıyorum şu an. Bana bir şeyler oluyor. Bir erkek kadınları anlamaya başladığında daha çok deliriyor sanırım. Fazla gelen bilgi yüklemesi gibi. Bunu kaldıramayacağım. İçim çürüyor. Hepiniz siktirin gidin! Ben bugün kendim için bir şey yaptım! Günler sonra bir şey yaptım kendim için! Hayat kalitem için! Keyfim öylesine yerine geldi ki sabahtan beri Twitter'da millete salça oluyorum. Yıllar önce kitabını okuyup çok beğendiğim birkaç yazara mesaj attım mesela. Hal hatır sordum. İyice emekli albaya bağladım. Yok yok, emekli astsubay. Albay çok bana. O kadar başarılı olamam ben bu hayatta, hayallerimde bile. Vizyonsuz herifin tekiyim ben üzerinize afiyet. Hazır bu kadar keyiflenmişken sizlere anlatayım istedim olanları. Özlüyorum elimin kaleme değmesini. Ben hep kağıda yazmıyorum biliyor musunuz? Arada bir bilgisayarda da yazıyorum. Zevkli oluyor tuşları dövmek. Zihnimi durduramıyorum. Keyfim yerindeyken çok hızlı çalışıyor. Saçmalamaya başladım yine son sürat. Anlatacaklarım da bitti işte. Günlerdir evden çıkmayan bir adamın anlatacak neyi olabilir ki dostlarım? Geçen gün seçenekleri sizlerle paylaşmıştım zaten. Sıkışıp kalmış bir adamın neyi olabilir ki paylaşacak? Ben koca bir hiçim.

 


GÜN-109

Hayatta hiçbir başarısı olmayan sönük bir ışığım ben. İnsanların auraları vardır. Benimki artık görünmez olmuş. Ben görünmez olmuşum dostlarım. Aylar oldu kalemi elime almayalı. Aylar oldu içimi kusmayalı. Bugün biraz nefes aldım diğer günlere nazaran. Çünkü yine ele geçirildim. Yine Can'ın hakimiyetinde var oldum uzun bir süre. Hırsızlıktan yakalandım, kadınları taciz ettim. Kalp kırdım, can yaktım, kavga ettim, eve kapattım kendimi. Sadece oyun, kahve, sigara ve Martı oldu hayatımda. Martıdan bahsetmiştim sizlere. Ne çok sevdim bu kadar zamandır onu... Yıllar sonra ilk kez bir insan için endişelendim ben. Gülmesi için, iyi hissetmesi için çaba sarf ettim. Sonra ne mi oldu? Şu an bütün hislerim gitmiş durumda dostlarım. Öfke dışında beni hayatta tutan hiçbir his yok ortada. Mumya gibiyim, belki de zombi. İlaçlar öyle bir uyuşturuyor ki beni. "600mg a yükselt. 800, 1000, 1200... Bu işe yaramıyor. Al bir de bundan 30mg iç." Uyu. Bütün gün uyu. Hissetme. Hissetme ki başını belaya sokma. Ben artık gerçek bir ölüyüm dostlarım. Hiçbir şey yapamıyorum. Çalışamıyorum. Annem yok canıyla bakıyor bana. Kiramı veriyor, faturalarımı ödüyor, harçlık koyuyor cebime. Ben de evden çıkmıyorum para gitmesin diye. Hoş, evden çıksam da yanına gidebileceğim hiçbir arkadaşım yok. Ben yine her şeyimi kaybettim dostlarım. Elimde bir tek şu kalem kaldı, onun da kıymetini bilemedim. Yazabilseydim bu kadar delirmezdim herhalde. Olsun, neresinden dönsen karmış. Hayatı boyunca hiçbir başarısı olmayan karanlık bir kutuyum ben. Dipsiz bir kuyu. Bir kara delik. Tek bir şey öğretti bana bu hayat. Güzel insanlar biriktirmeyi. Bu güzel insanların her biri ihanet etse de sonunda bana, güzel insanlar biriktirdim. Her biri yitik, ellerindeki yeteneği öylece boşa harcayan insanlar. Kim bilir, zamanında benim onlara yaptığım gibi onlar da tutar belki elimden benim. Hah! Ne güzel de ümitlendim yine oturduğum yerden. Hiçbir bok olmayacak. Sesimizi de duyuramayacağız dostlarım. Ölüp gideceğiz karanlık köşelerde. Çok karamsarım. Başka çarem yok. Gerçek dünyayı yok sayabildiğim zamanlar geçene kadar böyle kalacağım. Hadi nefret edin benden. Karanlığımdan nefret edin. Siz de yok sayın beni. Hayaletim ulan ben! Market kameralarına yakalanmam sanmıştım bu yüzden. Bir tek kameralar görüyormuş beni dostlarım. Belki de görünmez değilimdir gerçekten? Sona yaklaştığımı hissediyorum. Yarım kalan, size anlatmadığım, anlatamadığım, unuttuğum o kadar çok şey var ki... Sanırım beni hastaneye yatıracaklar. Sanırım cezai ehliyetim elimden alınacak. Sanırım devlet de yok sayacak artık beni. Kim kaldı ki lan zaten yok saymayan? Kafam çok karışık dostlarım. Oradan oraya atlıyorum. Siz bir de kafamın içini görün. Alt bellekte hiç durmadan dönüp duruyor binlerce düşünce. Zor yazıyorum. Artık zorla yazıyorum. Ben ölüyorum dostlarım. Ben yavaşça göçüyorum artık buralardan. Sesimi kimse duymadan, varlığımı kimse görmeden, sürünün içinde yemeğe ulaşmaya çalışırken kendini feda eden bir karınca gibi yok olacağım aranızdan. Bir tek annem kahrolacak. Hayatına dokunduğum diğer hiçbir insan göz yaşı bile dökmeyecek. Bugünler geçer derdim hep önceden. Her düşüşün bir yükselişi vardır derdim. Bu sefer benim yükselişim olmayacak sanırım dostlarım. Ben ümidimi yitirdim. Bundan sonra yine her gün yazmaya çalışacağım. Ne kadar başarılı olabilirim bilmiyorum. Her uzaklaştığımda buradan, her ihanet edişimde düzene, geriye döndüğümde fark ediyorum. Benim sizden başka dostum yok. Benim kendimden başka dostum yok. Can'dan başka kimsem yok. Sesler çok arttı dostlarım. İnsan sesleri, patlama sesleri, Can'ın sesi... Bir adam gördüm geçen gün odanın kapısında. Hemen kayboldu. Yüzünü de seçemedim. Belki de hissettim sadece. Belki de gerçekten oradaydı. Belki başka bir evrende yaşayan benin yansımasını görmüştüm. Delirmekten korkarak yaşamaktansa deli olarak ölmeyi tercih edeceğim gün yaklaşıyor. Artık yardımınızı da istemiyorum. Kaderimi kabullenip koşarak ona gideceğim. Bu dünya bana göre değil. Bu dünya benim zihnimdeki gerçekliğe uygun bir yer değil. Bu dünya ümide uygun bir yer değil.

 


GÜN-110

Ne çok terk ediliş var hayatta. Benden ve Merve'den iyi bilemezsiniz. Merve gerçek adı. Ama insanlar onu Sehla diye biliyorlar. Sehla bir hayat kadını. Durun, öyle düşünmeyin. Sehla'yla sevişmedik. Sadece biraz muhabbet ettik. Biliyorsunuz biraz sapığım ben. Unutmayın, her canavar uyurken masumdur. Ve ben bu aralar çok uyuyorum. Neyse. Ona dedim ki 'Uyurken rüyada olduğunu fark etmeye Lucid Dream denir. Peki uyanıkken rüyada olduğunu fark etmeye ne denir? Bana şöyle cevap verdi: "Ben bir kenar mahalle ororspusuyum. Üzerimde renkli abiyeler, pahalı takılar olmadı hiç. Beni döverek siken adamlar güzel hediyelerle, çiçeklerle gelmediler. Kral dairelerinden bakmadım hiç, yüzüm şehrin ışıklarına dönük, ellerim cama yapışmış, götümde kocaman bir yarakla ağlarken. Manzarası olmaz tahta kapılı pansiyonların. Kokusu olur. Sidik kokusu, döl kokusu, ter kokusu... Ben de parfüm kokmam açıkçası. Onlar da parfüm kokmaz açıkçası. Parfüm kokan adamlar, elleri nasır olmayanlar, dokunarak sikenler, takım elbiseliler, şikiştikten sonra ağlayanlar nasıldır acaba? İnsan orospuluğa özenir mi? Bir orospu, orospuluğa özenir mi? Bana her seferinde tecavüz ediyorlar. Ben her seferinde ağzımdaki kanı silerken ağlıyorum. Onlar da bunu içten içe seviyorlar. İlk başlarda en az bir gün götümün üstüne oturamıyordum biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz? Hayatınızda kaç kere yayları fırlamış bir yatakta uyudunuz? Kaç kere bedavaya siktirdiniz kendinizi, üstüne bir kamyon dayak yiyerek? Sanırım başıma bir pezevenk gerek artık. Beni çekip çevirecek, sahip çıkacak, altın saatli, takım elbiseli, kel, top sakallı, irice, az döven, hediyeler alan... Sevgi neydi? Sikene kadarki azgınlıktı. Bu dünya böyle. Saygı ve sevgi azgınlığa kadar." Son cümlesini bitirmesiyle saçlarını okşadım. Yanağından bir kez öptüm. Komodine parayı bıraktım ve onu bir daha görmedim. Kaç insan var iki hayat yaşayan? Aldatan ve aldatılan. Ben birini bile beceremiyorum. Çünkü benim için tek eşlilik sadece tek bir insanı manipüle etmeye düşmektir. Şımarık bir çocuğum ben çoğu zaman. Yirmi beş yaşında bir çocuk. Beni sevmediğinizde saçınızı çekerim mesela. Mesela banyoyu ıslatırım düşün diye. Kedilere mama vermem eşyaları parçalasınlar diye. Kafam çok karışık. Sehla aklıma düştüğünde hep böyle oluyorum. Sehla aklıma düşmediğinde de hep böyle oluyorum. Sehla güzel bir kadın sayılmazdı. Ancak içi güzeldi onun. Dışına ne kadar vurursan içi o kadar güzelleşir insanın. O yüzden dertle yüzenler karpuzun kırmızısıdır. Ve unutmayın ki tahin, pekmezin karısıdır. Karışık biraz değil mi? Bakın size yeni nesil yer edebiyatı bile yapıyorum. Beni zaten kimse anlamıyor, siz anlasanız ne olacak? Kimse beni görmüyor ki... Yahu ben hayal kuran, sonra kurduğu hayalden korkup yorganın altına kaçan bir adamım. Kim koruyabilir ki beni kendimden? Haklısınız. Benden kaçmakta haklısınız. Bir tek Martı kaçmadı, gerçek yüzümün bir kısmını görmemesine rağmen. Hoş, hepsini görse kaçar giderdi ancak bazı şeylerin dile getirilmemesi gerekiyor. Bu yalan söylemek değil. Bu susmak. Susmak insanın en büyük haklarından biridir. Mesela beni sorguya alsalar, ben böyle şeyler anlatsam adamlara döve döve sustururlar beni. Benim gibiler, bizim gibiler yüzünden susma hakkı var. Hatta zorla susturuyorlar bazen. Biz biliyoruz, biz seni yargıladık, senin anlatmana gerek yok diyorlar mesela. Mesela uyuşturucuya özendiriyorsun diyorlar, içeri alıyorlar. Sen anlatma diyorlar, biz biliyoruz. Onlar her şeyi biliyor zaten. Bizi izliyorlar. Her kameradan, her telefondan, her bilgisayardan izliyorlar bizi. Parmak izlerimizi topluyorlar mekandan çıktığımızda. Anlaşmalılar bütün mekanlarla. Siz gerçekten kimlik kontrolüne geldiklerini mi zannediyorsunuz? Hayır! Parmak izi topluyorlar! Hiçbir şeyden haberiniz yok! Hiçbir şey görmüyorsunuz. Sizi takip eden arabaları hiç fark etmiyorsunuz! Devlet ensemizde! Her birimizi izliyorlar. Özellikle benim gibi olanları. Bizi özellikle izliyorlar. İnsanlara anlatmayalım, gözlerini açmayalım, farkındalık yaratmayalım diye. Siz de duyuyor muşunuz? Bu rüzgarın sesi.