Bir toplumun geleceğe yönelik en önemli mirası doğru eğitilmiş bir nesildir. Eğitim o kadar önemli ki toplumu bir anahtar eğitimi de kilit olarak düşünelim. Kilit biraz hasar gördüğünde anahtarınız ne kadar doğru olursa olsun kilidi açmayacaktır. Bu durumda yapılması gereken sizce nedir? Anahtarı mı değiştirmek gerekir, yoksa kilidi mi? Aslında cevap belli fakat günümüzde uygulanan yöntem bambaşka. Nasıl mı?


1) Başarıda Seçicilik


Topluma dayatılan belli başlı dersler ve meslekler dışında kazanılan başarılar ne yazık ki başarı olarak sayılmamakta. Keskin ve ayırt edici şekilde toplumu ikiye bölen bu durum gençlerin ta ilkokul sıralarında karşısına çıkıyor. Müziğe, resme ilgisi olan çocuklara, "Onlar para etmez," hatta halk tabiriyle "İleride aç kalırsın." denerek onların hayallerine ket vuruluyor ve o çocuklar mühendislik, doktorluk gibi alanlara itekleniyor. Aslında uyumsuzluk ilk burada başlıyor. Henüz okul sıralarına yeni oturan, hayalleri bir hayli renkli olan çocukların istekleri daha küçük yaşta kırılıyor. Ayrıca tüm bunları yapanlar bir yandan da "Seçtiğiniz mesleği bir ömür boyu yapacaksınız, o yüzden istediğiniz mesleği seçin." demekten de geri kalmıyorlar. Toplumda nasıl yer edineceğini bilemeyen kaygılı çocuklar, hayaller ve gerçekler arasında sıkışıyor. Kendi isteğinin bir karşılığı olmadığını fark eden çocuklar küçük yaşlarda onay alma, kabullenme psikolojisi ile yetişiyor. Aslında bu öz güvenlerine, öz benliklerine oldukça zarar veren bir durum...

Resme ilgisi olan bir çocuk için "başarı" kelimesinin karşılığı, resim derslerinden yüksek almakken toplum için bu kelimenin karşılığı sayısal derslerden geçiyor. İleride üniversitede resim alanında ilerlemeye çalışan öğrencilerin yaptığı icraatlar ne yazık ki toplum tarafından kabul görmüyor. Bu yüzden toplumda verimli, hevesli gençlerin sayısı günbegün sıfıra yaklaşmakta.

Mesleki alanda çeşitli bir ülke değiliz. Ressamlarımız, genç yazarlarımız artık son kuşaklara indikçe yok denecek kadar azaldı. Çünkü çocuklar artık ilgi alanlarına göre değil en çok getiri sağlanan mesleklere yönelim sağlıyor. Başarıda seçicilik olduğu için maaşlar ne yazık ki bu algıya göre pay edilmekte bu da gençlerin seçimlerini etkileyen bir etken olarak karşımıza çıkmakta. "Kolay, zor" gibi kavramlar maaş dağılımında belirleyici olduğu için belki de ilerleyen yıllarda sadece belli başlı mesleklerde yığılma olacak. Bu şimdilik sorun olarak fark edilmese de ileride çok büyük bir sanat açlığını meydana getirecek. Dünyanın dört bir yanında sanat festivalleri, film festivalleri yapılmakta ama gençlerimiz ilgisi olmayan derslerde başarı kazanmakla meşgul olduğu için adımızı o festivallerde duyuramıyoruz. bunlar şu an iyi günlerimiz çünkü geçmişten gelen ustalarımız hala hayatta ama ileri nesillerde bu boşluk derin bir şekilde hissedilecek. Ki şimdiden hissedilmeye başlandı... Sinemaya gitmek isteyip izleyecek film bulamayan insanların sayısı her geçen gün artmakta. Yabancıların ürettiği filmler dışında vizyonda olan Türk yapımı filmler bir elin parmağını geçmez hale geldi...


2) Zoru Zoruna Sınavlar


Okullar arası geçiş sınavlarını hazırlayan kurumlar yıllardan beri sınav soruları hazırlamakta. 1970'li yıllarda hazırlanan sınav sorularına bakın, hemen ardından da günümüzde hazırlanan sorulara bakın. Arada uçurum göreceksiniz. Her geçen yıl tekrara düşmemek namına sorular boyut değiştirmiş ve tabiri caizse absürtleşmiş. Bu soruları hazırlayanların ne hazırladığının farkında olduğunu sanmıyorum çünkü hiçbir akla, mantığa yatmayan sorular sorulmakta öğrencilere. Matematik soruları paragraf haline geldi. Türkçe soruları kitap okumaktan farksız... Sınavda sırf farklı soru sormak için derslerin özünü bozdular. Bunun da adına "yeni nesil sorular" dediler. Üzülerek söylüyorum ki başarı madem bu kadar tekse her yıl sorularla bu kadar oynamanın ne anlamı var? Şimdiki neslin tek suçu, 1970'li yıllarda doğmamış olması mı? Hazırlanan yabancı dil sınav sorularını İngilizce öğretmenleri bile çözemezken bir öğrencinin çözmesi beklenemez değil mi?


3) Elmalar ve Armutlar Aynı Anda Toplanmaz


Bir matematik dersi klişesi olan anlatım şekli: "Elmalar ve armutlar aynı anda toplanmaz." Hayalleri, hedefleri bambaşka olan çocukları tek bir elekten geçirmek net bir başarı getirir mi? Bu sınavlar kimi değerlendiriyor? Elmaları mı, armutları mı?


4) Ne Ekersen Onu Biçersin


Atalarımızın ne kadar güzel söylemiş dediğim sözlerinden birisi... Bir toprağa neyin tohumunu saçarsan o topraktan çıkacak olan yine odur. Okullarda verilen eğitim ne düzeyde ise sınavda da öğrenciyi bekleyen düzey o olmalıdır. Ama ne yazık ki okulların verdiği eğitim düzeyleri çok farklı, bunun da en önemli belirleyicisi öğretmen faktörü oluyor. 65-70 yaşlarında öğretmenler emekli olmadan mesleğine devam ediyor. Bu, sınıfta uyumsuzluk meydana getiriyor. Çalışma enerjisini kaybeden bir nesil ve enerjisi yüksek olan nesil sınıfta kargaşa yaşamaktan eğitime sıra gelmiyor. Yaştan da farklı olarak bilgisini taze tutmayan öğretmenler de aynı uyumsuzluğun hizmetçisi olmakta. Madem kurumlar bu kadar soru değiştirmekte kararlı, o zaman aynı sorulara kırk yılın üzerinde mesleğe devam eden öğretmenlerde tabi tutulmalı. Çiftçi, tohumu iyi ekemezse çıkan mahsulden şikayetçi olmaya hakkı var mıdır? Ya verilen eğitim düzeyinde olsun hazırlanan sorular ya da hazırlanan soruların düzeyinde verilsin eğitimler.


5) Mesleğini Sevmeyen Öğretmenler


Bu konu aslında ilk bahsettiğim maddeye dayanıyor. "Hayalleri başka olan çocukların toplumda yer bulmak için ilgilerinin olmadığı mesleklere yönelmesi... "Saygı saygıyı, nefret nefreti doğurur. Sadece getiri amaçlı meslekte yer işgal eden öğretmenler, çocukların geçmişlerinde yara olarak kalmaktadırlar. Günümüzde çocukların en çok vakit geçirdiği yer neresi diye sorsanız ev değil, okul derim. Günün büyük bir kısmını okulda bu "öğretmenlerle" geçiren çocuklar verimli eğitim almak şöyle bir kenarda dursun, üzerine psikolojik hasar almaya başlıyorlar. Böylelikle okuldan uzaklaşan çocuk bir de ailesinden psikolojik şiddete maruz kalıyor. İyi öğretmene denk gelmek şans olmamalı. Her çocuk özeldir ve iyi bir öğretmeni hak eder. Fazladan işaretlediği iki soruyla sırf üç kuruş fazladan para almak için çocukların hayatını karartan kimseleri lütfen eğitimci diye atamayın. Öğretmenliğin sınavını başka şekillerde yapın. Empati testleriyle mesela... Öğretmenlik asil bir meslektir; ilgi, merhamet ve sabır ister. Tüm bu geniş paydayı, ilk elli bine gireni öğretmen olarak atarız diyerek daraltıp mesleğin içini boşaltmayın.


6) Tam Zamanlı Eğitim


Okullarda geçen zamanın fazlalığını düşündünüz mü hiç? Küçücük omuzların kocaman çantalarla aynı sırada saatler geçirdiği o taştan duvarlar... Bu çocuklar ne zaman kendilerini tanıyacak, ne zaman sosyalleşerek topluma dahil olacak? Bunun hafife alınmaması gerektiğini savunuyorum çünkü bu şekilde sosyal hayattan, hatta aileden koparılarak taş binalarda saatlerce tutulan çocuklar; ileride sosyal fobili insanlar olarak toplumda karşımıza çıkıyorlar. Yaşı büyük, başarılı ama çok çocuk değimiz insanlara rastlıyoruz. Çocukluğunu yaşamamış herhalde diyoruz ama hangi çocukluk? Şu sabah akşam okullar ve ödevlerle geçen çocukluk mu? Dünya genelinde başarı listelerinde birinci olan ülkelerin eğitim sistemine ufaktan göz attığınızda eğitim saatinin günde üç saati geçmediğini göreceksiniz. Ülkemiz yıllardan beri listenin sonlarında yer almasına rağmen neden aynı sisteme devam ediyoruz, onu anlamış değilim. Madem bu anahtar kilide uymuyor, neden kilidi değiştirmek yerine anahtarı eğip büküyoruz? Anahtar bu kadar hasar alınca hangi kilit tamamlayabilecek ki bu anahtarı?


7) Güven Eksikliği


Çalışmalarının karşılığını alacağına öğrencileri inandırmazsanız güvensiz çocuklar toplumda giderek artar. Sürekli yemek yapıp aç kaldığınızı hayal edin, tekrar yemek yapmak ister misiniz? Siz o yaptığınız yemeği yemedikten sonra yemek yapmak size zulüm gelecektir. Ya da yapmakta olduğunuz yemeğin tarifinin siz yemeği tamamlamadan hemen önce değiştiğini düşünün, nasıl hissedersiniz? Kaygılı mı, şüpheci mi? Yoksa ikisi birden mi?


İşte eğitim böyle olmamalıdır. Sınava hazırlanmakta olan öğrenciye birden sınav müfredatı değişti denmemelidir. Kendisine o yılın başarı sıralamalarına bakarak hedef çizen öğrenciye sıralamalar değişti denmemelidir. Güven ve inanmak başarmanın yarısıysa öğrencilerin güvenlerine balyoz vurduktan sonra başarmalarını beklemek çiğ yumurtanın kabuğunu soymaya çalışmak kadar yersiz olacaktır.


Ülkemizde başarının karşılığı sayısal derslerde iyi olmak biçiminde tanımlandığı için son olarak sitemimi sayısal biçimde anlatıp bitirmek istiyorum:


Eğitim sistemi (öğrenci+öğretmen) = başarı

Sözelci arkadaşlara bir not: bir sayının sıfırla çarpımı sıfırdır.

Kalın sağlıcakla.