Romanı okumaya başlamadan önce Emile Zola’yı tanıdığım için aklımdan bir meyhane düşü geçirdim. Fransız edebiyatının o kaçınılmaz tasvir dünyasına bir süreliğine dahil olmak, o meyhanede oturmak isteyebilecek bir hisse kapılmak benim için onulmazdı. Nitekim sayfaları çevirirken Ayguste Rencir, Belenger ve Andre Gill’in bu roman için çizdiği resimleri görüyorsunuz. Fransız natüralizminde gelinen son noktanın örneğiydi bu çizimler. Roman karakterlerinin birçoğu bu üç sanatçı tarafından resmedilmişti ve romanı okurken onların kim olduğunu biliyordunuz. Bu, düş dünyasının da ötesinde bir kurmacaydı. Fakat benim için en mühimi Colombe Baba’nın meyhanesinin resmedilmiş olmasıydı.

İlerlemeye devam ederken Harry Levin’in ön sözü ile karşılaşıyorsunuz. Bu ön söz Flaubert’ten, Balzac’tan ve elbette ki Zola’dan söz ediyor. Zola’nın yaşam öyküsüne dair pek bir bilgi yok.

Emile Zola’nın natüralizmini bilenler için bu romana başlamak, daha sayfalarını açmadan el yüz yıkayıp şapka çıkararak olacaklara hazır olmaktı. O meyhaneyi anlatacağına emindim ve Zola’nın tasvirleri beni Balzac’ınkiler kadar heyecanlandırıyordu. Zola hiçbir zaman Balzac kadar romantik realist olmadı. Meyhanenin sarsıcı tasvirlerini bekledim.


Roman, Cervese ve ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak aslında Paris’in o varoş sayılabilecek mahallelerinde yaşayan işçilerin sorunlarına, özellikle o insanların ahlak çöküşüne, kendilerinden vazgeçişine değiniyor, zaman geçtikçe her şeyi ve en sonunda kendilerini öldürüşlerini anlatıyor.

Zola, kullandığı “uygunsuz” kabul edilen sözcükleri ve bu çarpıcı tasvirleri sebebiyle oldukça fazla olumsuz eleştiriye maruz kalmıştır. Yoksul semtlerdeki insanların kokuşmuşluğunun, bu ayyaşlık ve aylaklığın getirdiği kaçınılmaz sonun ve türlü rezaletlerin apaçık anlatılması eleştirmenlerce uygunsuz bulunmuştur. Emile Zola bu eleştiriler için, “Gerçekleri yazdım. O insanlar kötü insanlar değiller, yalnızca eğitimsizler ve yaşadıkları ortamın yıprattığı insanlar.” açıklamasını yapmıştır ki romanın kendisi de bu açıklamayı büsbütün doğrular niteliktedir.

Natüralizm, kişinin davranışlarını soya çekime ve çevresel faktörlere bağlayarak anlatır. Cervese ve ailesinin o tüm yersizlikleri bu faktörü doğrular biçimdedir.

Emile Zola yaşamında sefaleti deneyimlemiş bir yazardır ve yalnız “para”nın olmayışının kişiyi hangi noktalara sürükleyeceğini çok iyi bilmektedir. Bu romanın bize vermek istediği en önemli ileti bu değildir elbette. Zola, bize şehirlerin kötü mahallelerindeki insanların yaşamını veriyor. Toplum olarak bizim görmek istemediğimiz, kabul etmediğimiz tüm aksaklıklar ve pis yaşam orada mevcut. Fakat bizim üzerinde durmamız gereken asıl nokta Zola’nın bunu nasıl anlattığıdır. Bu apaçıklığı öyle bir tasavvur etmiş ki -tasavvur olmaktan çıkmıştır artık- bazı yerlerde suratımı ekşittiğimi anımsıyorum. Midemin bulandığı, zaman zaman kusmak istediğim ve türlü iğrençlikleri barındıran bir karakter tablosu çizmiş bize Zola. Bu iğretilik yalnız karakterlerde değil, sokaktaydı. Hatta meyhanede.


Meyhanenin romanın çoğunluğunu kapsayacağını hatta tüm romanın neredeyse orada geçeceğini düşünmüştüm. Sonra anladım ki meyhane Zola’nın karakterlerinin esas çökme noktasına ulaştığı mekan. Kahramanların çöküşü ilerledikçe meyhane de göz önüne çıkıyordu. Cervese’in ve Coupue’nun kendilerini yitirişi o meyhanede gizliydi. Aslında apaçıktı.

Roman ilerledikçe onların tüm hayatının iyiden iyiye battığını, artık kurtarılacak hiçbir şeyin kalmadığını, umudun ve inancın onların hayatında bir hiç olduğunu anlıyorsunuz. Şansın, umudun, inancın, çabanın ve gayenin o ve onlar gibi olan insanların hayatında hiçbir önemi yoktur. Bu anlamda Meyhane’yi okudukça hem kendinizi hem o insanları tanıyorsunuz.

İşte Emile Zola’nın natüralizmi!

Mide bulantınızla keyifli okumalar dilerim. Bu bulantı sizi mutlu edecek.