Anda olmak, ne geçmişin ağırlığını ne de geleceğin gölgesini taşımaktır. Bu, varoluşun saf yüzeyinde, ne eksik ne fazla, yalnızca o anın kendisiyle temas kurmaktır. Baudrillard’ın şeffaflık kavramıyla düşündüğümüzde, anda olmak, her şeyin göründüğü ama hiçbir şeyin derinleşmediği modern dünyanın illüzyonlarından sıyrılmak demektir. Çünkü anda var olmak, temsilin ötesine geçip gerçek olanla doğrudan karşılaşmaktır.
Kendiliğinden olan ise, her şeyin kontrol dışında geliştiği, planın ve müdahalenin eridiği yerdir. Bir çiçeğin açması gibi, yağmurun aniden bastırması gibi, insanın düşünmeden güldüğü, fark etmeden sevdiği o saf an… Bu tür kendiliğindenlikler, modern dünyanın simülasyonlarında yitirdiğimiz gerçekliğin son izleridir. Onlar, hiçbir temsile ihtiyaç duymadan, yalnızca oldukları haliyle vardır. Ve işte, bu kendiliğinden olanın güzelliği, onun müdahaleye direnişinde yatar.
Anda olmak, kendiliğinden olanın gerçekleştiği yerdir. Geçmişi analiz etmeden, geleceği planlamadan, yalnızca o anın titreşiminde bulunmaktır. Tıpkı Baudrillard’ın dediği gibi, “Gerçeklik, anlamdan çok bir hissiyattır.” Anda var olmak, o hissiyatın içinde kaybolmak ve anlam aramayı bırakmaktır. Çünkü modern insan, anlamı planladıkça onu yok eder. Ama anda olan, anlamın doğrudan kendisine dokunur. Bu dokunuş, her şeyin şeffaflaştığı, ama aynı zamanda gerçek olduğu andır.
Kendiliğinden olanın güzelliği, onun hesapsızlığıdır. Plan yapmadığınız bir kahkahanın, bir dokunuşun ya da bir sözün ardındaki güç buradan gelir. Hiçbir gösterinin, hiçbir temsilin, hiçbir simülasyonun ulaşamayacağı kadar gerçektir bu anlar. Ve belki de bu yüzden korkutucudur; çünkü onlar üzerinde kontrol sahibi olamazsınız. Ama aynı zamanda güzeldirler; çünkü özgürdürler, doğal ve saf bir varoluşun izlerini taşırlar.
Anda olmak, bu özgürlüğü kucaklamaktır. Baudrillard’a göre modern insan, görünürlüğün yükü altında ezilir; her şey bir gösteri, bir izlenim, bir temsil haline gelmiştir. Ama anda olmak, bu yükten kurtulup yalnızca varlığı hissetmektir. Kendiliğinden olanın güzelliği de buradan gelir: o, gösterilmeye ihtiyaç duymayan, kendi içinde yetkin bir gerçekliktir.
Ve belki de bu yüzden, anda olmak cesaret ister. Çünkü geçmiş ve gelecek, insana bir korunak sunar; anlamı orada buluruz, kimliğimizi o zamanın içinde inşa ederiz. Ama anda olmak, bu korunaklardan sıyrılmaktır. Bu, her şeyin olduğu gibi akmasına izin vermek, hiçbir şeyi değiştirmeden kabul etmektir. Çünkü kendiliğindenlik, varoluşun en saf, en dokunulmamış halidir. Ve ancak o anın içinde, gerçekten yaşadığınızı hissedebilirsiniz. Anda olmak, gerçeği simülasyondan, yaşamı temsilden ayıran o ince çizgiyi hissetmektir.
Anda durduğunuzda, her şey olduğu gibidir. Ve bu ‘olduğu gibi olma’ hali, modern dünyanın karmaşasında unuttuğumuz en saf özgürlük biçimidir. Kendiliğinden olanın güzelliği işte buradan doğar: planlanmamış olandan, müdahale edilmemiş saf varoluştan. Anda olan, yalnızca gerçeği değil, onun dokusunu, kokusunu, nefesini hisseder. Ve belki de bu yüzden, anda olmak, bir illüzyondan değil, bir hakikatten oluşur.