Anda kalmak, geçmişin hikâyelerinden ve geleceğin gölgelerinden sıyrılarak, varoluşun çıplak nabzını hissetmektir. Emil Cioran’ın ruhuyla bakıldığında, bu, zamanın bizi sürekli tüketen akışını kabul etmek ve onun içinde bir çatlak bulup, o çatlağın içine sığınmaktır. Bu bir tür sükûnet değil, tam tersine, tüm anlamların ve yanılsamaların çözüldüğü bir çırpınış halidir. Anda kalmak, zamanın ağırlığı altında ezilirken, o ağırlığın saf gerçekliğine teslim olmaktır.


Cioran’ın dediği gibi, “Bir anın içinde bütün bir sonsuzluk vardır.” Anda kalmak, bu sonsuzluğun farkına varmak, o sonsuzluğun taşıdığı derin boşluğun içine düşmektir. Boşluk ürkütücüdür; çünkü insana hiçbir sığınak sunmaz. Ama aynı zamanda bu boşluk, varoluşun en saf özgürlüğünü taşır. Anda kalmak, her şeyin bir anlamdan sıyrıldığı, yalnızca hissedildiği bir alandır. Bu, yaşamın kontrol edilemez özünü yakalamak demektir.


Kendiliğinden olanın güzelliği de tam burada yatar. Müdahaleye dirençli olan, hesaplanmamış, planlanmamış bir oluş… Bir yaprağın düşüşü gibi, bir nefes alış gibi… Kendiliğinden olan, yaşamın tasarlanamaz bir armağanıdır. Cioran’ın perspektifinden bakıldığında, bu armağan, çürümenin içinde bile bir parıltı taşır. Anda kalmak, bu parıltıyı yakalamaktır. Geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygıları, bu parıltıya ulaşamadan kaybolur. Anda kalan kişi, ne olduğuna ya da ne olacağına dair bir ihtiyaç duymadan, yalnızca varlığın bu saf titreşimini hisseder.


Anda kalmanın büyüsü, onun saflığında değil, onun ham gerçekliğindedir. O an, seni olduğu gibi kabullenmeye zorlar. Sorgulamadan, çözüm aramadan, yalnızca hissetmeyi… Anda kalmak, bu dünyadaki yersizliğinizi kabul ederken, o yersizlikte köklenmektir. Cioran’ın dediği gibi, “Varoluş, köklerinden kopmuş bir ağacın bile rüzgârda dans edebileceği kadar anlamsız ama güzeldir.” Anda kalmak, bu anlamsızlığın içindeki dansı izlemektir.


Bu yüzden anda kalmak bir teslimiyet değil, bir meydan okumadır. Zihnin daima bir yere kaçmak istediği bir dünyada, yalnızca burada ve şimdi kalmayı başarmaktır. Çürümenin ortasında, yaşamın o ince dokusuna dokunmak ve onun bize sunduğu geçici güzelliklere şahit olmaktır. Çünkü anda kalmak, hayatın geçiciliğini reddetmeden, onun içinde bir nefeslik sonsuzluk bulmaktır. Bu, yaşamın çürümeden önceki son direnişi ya da belki de çürümenin kendisinin gizli zaferidir.