Kaçmak isteriz bazen. Uzaklara, kendi içimize, denize, yeşile, huzura kaçmak isteriz. Kaçınca geçecek gibidir çünkü. Kaçınca her şey bitecek gibidir. Tüm sıkıntılar gidecek ve mutluluk bize gelecek sanırız. Bu noktada bilmediğimiz tek şey kaçsak bile mutluluğun bize gelmeyeceği ve sıkıntıların bitmeyeceğidir. Eğer bir kere bu hayata geldiysen ne sıkıntılar bırakır yakanı ne de mutlu olursun... Hayatın kuralı budur çünkü; sözler verilir ama tutulmaz. Bir şey emanet edersin ama emanete hıyanet edilir.


Çok sıkılırsın, "Yeter artık," dersin. Hayatın kurallarını yıkmaya çalışırsın ama sağlamdır o kurallar, yıkamazsın. Hayatla huzur yarışına girersin ama her zaman hayat kazanır bu yarışı.


Ve bir zaman sonra kabulleniş dönemine girersin. "Tamam hayat, sen kazandın, bana huzur verme, mutluluk da gelmesin ama bari benim sırtıma çok yük yükleme; en azından bunu sağla."

Ve hayat sana son vuruşunu yapar:

"Üzgünüm insan, ama sen bu dünyaya keyif çatmaya gelmedin. Bir ömür boyu dert yükünü taşımaya, gönlünle tanışmaya ve kendinin neler yapabileceğini görmeye geldin. Madem bazı şeyleri kabulleneceksin; o zaman bu dediklerimi de kabullenmeye ve yapmaya çalış. Bak bakalım senin beni yenebileceğin kadar kolay mıyım..."


Sonuç olarak hayatımızı böyle kabul edeceğiz. Acıya, üzüntüye, kırılmaya alışacağız; başka şansımız yok.