o gün 

insanlığın son kez öldüğü gündü

yeni kirli sayfaların koynunda

kanayarak

titreyerek dizlerimiz üstünde

yanarak ve yakılarak ve boğularak

ve düşerek yükseklerden 

kırılırken kemiklerimiz birer birer

kellemiz koparken

taşlanırken

yaşlanırken

son nefesimizde

sorduk son bir soru:

yetmiş yılım kaç dirhem eder


patron

bana ömrümü geri ver

ben bu yaşanası dünyaya

senin için gelmedim ki

tanrı bu ürkek, cılız 

acınası bedenimi

senin için mi yonttu

ellerim sevgili elinde buruşmalıydı

senin fabrikanda 

senin malanı tuttu

işçi büyüdüm

sefil öldüm

umutlu doğmuştum


generalim 

bana ömrümü geri ver

dünya halkları, bana ömrümü geri verin

ben bu yaşanası dünyaya

sizin için gelmedim ki

cephede bir gözümü

sağ bacağımı

otuz yılımı

siz yanılmaya, susmaya ve kandırılmaya

devam edesiniz diye

vermedim

ben de insanca yaşamak isterdim


ama inandırdınız

öldürmenin kutsal olduğuna

halbuki göğsünden vurduğum adam

hasmım değildi

başka millette doğmuş bendimdi


efendilerin büyük oyunlarında

piyon olayım diye

doğurmadı anam beni


sizler ki bayraklarınızla

silahlarınızla ve sloganlarınızla

birer yalandınız

dünyayı korkutmak için bizi kullandınız


ve ben direnmedim

her gece rüyamda 

ölü yoldaşlarımla konuşurken

karımdan mektuplar okurken

düşman alnıma namluyu dayamışken

hatta göğsümden vurulduğumda

başka bir dünyanın 

mümkün olduğunu

hiç düşünmedim