Günler süren bu mektuplaşmaların ardından bu mektubu yazıyor olmak öylesine üzüyor ki beni. Bu saatten sonra elinden bir şey gelmeyeceğini biliyor olmanın verdiği mide bulantısı, insanın kendinden tiksinmesi ve kendine ölesiye kızması. Her şey daha farklı olabilirdi kuşkusuz. Bütün bu olanlara sebep olan ben miyim? Bu vicdan azabıyla yaşamıma, mesleğime nasıl devam edeceğim? Bu mektuplaşmalardan sıkılırken şimdi bu yazdıklarımı gönderebilmeyi çok isterdim. Bunun mümkün olmadığını ve olmayacağını biliyor olmak acı veriyor. Neden diyorum, neden yaptı bunu? Yaşamına son vermek... İnsan neden böyle bir şeyi ister? Yıllardır bu alanın içinde biri olarak nasıl bu kadar acemice davrandım? Müdahale edebilirdim. Bana ilk mektubu yazdığı gün ona ulaşabilirdim. Belki kolaycılıktan, belki de yeterince inanmadığımdan bu meseleyi mektuplar üzerinden halletmeye çalıştım. Oysa adli yollarla ona ulaşıp engel olmaya çalışabilirdim. Dün sabah uyandığımda içimde o güne kadar hissetmediğim sıkıntıyı duydum. Ona gönderdiğim son mektuba üç gün geçmesine rağmen cevap vermemişti. Bu tedirgin ruh hali içinde ne yapacağımı bilemez bir halde dolanırken artık bir eyleme geçmem gerektiğini anladım. Bu sebeple adli yollardan ona ulaşmam gerektiğine karar verdim. Şüphesiz ona ulaşmam tahmin ettiğimden zor oldu. Yasal prosedürler sebebiyle hayli mücadele vererek ona ulaştığımda bu eylemi günler öncesinden yapmam gerektiğini anladım. Mert, yüzünü görmediğim, sesini duymadığım danışanım, elektronik postalar yoluyla iyi etmeye çalıştığım genç adam, devamlı dile getirdiği intihar eylemini gerçekleştirmiş ve bunda da maalesef başarılı olmuştu. Kapısına geldiğimizde geç kaldığımızı anlamıştım. Sezgilerim keşke bir sefer olsun beni yanıltsaydı. Onun cansız bedenini gördüğümde bir profesyonel gibi davranamadım. Tek hissettiğim şey pişmanlıktı. Son mektubunu okuyana kadar. Onun gönderemeyeceği mektubu okuduğumda pişmanlığın yanında mide bulantısı, kendinden tiksinme gibi duygu durumlarına da girecektim. Ölüsünü gördüğümde intihar eylemini bir bıçak ya da silahla mı yoksa eski usullerle ilaç alarak mı gerçekleştirdiğini sormadım. Sordumsa da hatırlamıyorum. Yaşadığım şaşkınlığın etkisi geçmiyor. Bilgisayarı açık olduğundan ekrana farkında olmadan baktığımda adıma yazılmış son mektubu gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. Polisler rutin işlemlerini yaparken ben ortalıkta telaşlı bir halde geziniyordum. Bana ulaşması, psikolog olarak beni seçmesi bir tesadüf değilmiş. En başından planlı bir şekilde başlamış her şeye. Ben de okuldan yeni mezun olmuş bir çaylak gibi her yazdığına inandım. Hoş, yazdıkları yalan değildi. Yalnız benimle olan bağlantısı. Aslında bu konuda da bana açık davranmıştı. Benim hatam, anlamak istemedim. Dikkat çekmeyi amaçlıyor dedim. Hem intihar isteğine hem de bana yazmasının tesadüf olmadığını söylediğinde (bkz. Nasıl Mutlu Olunur?) ona inanmadım. O zaman ona inanmış olsaydım belki de bugün yaşıyor olurdu ya da tam tersi ilk mektubuna cevap vermemiş olsaydım. Bu sürenin sonunda yine intihar etmiş olacaktı belki ama ben onun varlığını bilmediğimden ölümünü de bilmeyecektim. Yazdıklarımla benden yardım isteyen birinin yaşama tutunmasını sağlamak yerine onu ölüme sürüklemiş olmak kahrediyor. Bütün bunları hiç yaşamasaydım. Bu mesleği seçmemiş olsaydım. Hala geç değil, bu alanda başarılı olmadığıma göre, bu işi yapmamalıyım. Belki de kendim istesem bile yapamayacağım. Bu olaydan sonra Mert'in bana yazdığı ama göndermediği mektubu adli makamlar inceledikten sonra bizim mektuplarımızı okuduklarında kesin olarak yargılanacağım. İntihar etme fikrini bana defalarca yazmasına rağmen sırf psikolog - danışan mahremiyetini gerekçe göstererek adli makamlara başvurmadığım için diplomam alınacak belki elimden. Ne önemi var, alınmasa bile bu mesleği yapmayacağım. İnsanlara yardım edemiyorsam ısrar etmenin ne anlamı var?