Muzaffer Oruçoğlu bir 68 Kuşağı yazarı, ressamı, şairi, bestecisi. Onun hakkında ne yazılsa, ne söylense her zaman eksik kalacakmış gibi hissedildiğinden yazıya başlamadan önce o ilk giriş anındaki afallamaya fazlasıyla maruz kalınıyor. Hayat artık bizler için bu kadar zorken, tarif edilmesi bu kadar acıyken Muzaffer Oruçoğlu bunca eseri hayatına nasıl sığdırdı? Oruçoğlu, ciddi bir edebiyat emekçisi olmasının yanı sıra toplumun belli kesimlerinin çığlığı olmuştur. Bu noktada dikkat çeken eserlerinden biri de madencilerin sorunlarını dile getirdiği üç ciltlik Grizu adını verdiği romanıdır. Eser, maden şehri Zonguldak’ta geçer. Yoksulluk her daim köylünün kaderi midir yoksa kaderi işleyen gücü oluşturanlar mıdır? Bu eser dünden bugüne değişmeyenleri kıyas etmemizi sağlar. Madencilik sektörünün ortaya çıktığı anda beliren maden işçileri-işçi sınıfı kavramlarının değişen veya değişmeyen kısımlarını görmemizi sağlar. Bu roman üzerinden karakterler sorulmayan olanı sormaya başlar, verileni sorgular, emeğine denk geleni arar.


“İnsanı hiçbir şey ezemez, söylediği söz kadar. Yüreğiniz semerinizdir: Korkunuz da bu semerin kayışı. Huzur köleliktir. Acılar kolay unutulur. Aynalarda görünmezlerse. Büyük kadınlar, başkalarına doğru değil, kendilerine doğru firar ederler. Kafamda bir kuş, kuşun kafasında baykuş.”


Muzaffer Oruçoğlu resimlerinde de her zaman sadelikten yana olmuş ve çağın dertlerini yansıtmıştır. Fazlalıktan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıp neredeyse çıplaklığa ulaşmıştır. Yüz resimlerinde her zaman iç içe geçmiş birden çok yüz vardır. Bir biçim hiçbir zaman belli bir yerde son bulmaz. Hayvan figürlerini çok sık kullandığını görüyoruz. İnsan ve hayvan arasındaki muhabbete katılmak istiyor adeta. Gereksiz olan her şeyi atmıştır adeta eserlerinde. Bize asıl olanın ne olduğunu göstermeye çalışmıştır. Dikkat, Merak, Açlık, İhtiyar, Ana vs. tablolarında da yine genel olarak üreten hayatları konu almıştır.


Grizu’yu okuduğunuzda ise kendinizi madencilerin tarihiyle baş başa bulacaksınız. Bu kitap için birçok alanda kaynak toplamıştır Oruçoğlu. Zonguldak havzasına yönelik halk yaşamı, arazi, etnik yapı, dil vs. Salt yer altına odaklanmak değil de yer altında çalışan insanların ruhlarını anlamaya çalışmıştır. Toplumsal problemleri verirken bu sorunlara getirilmesi muhtemel çözümleri de karakterler vasıtası ile vermeye çalışmıştır. Batı için Emile Zola’nın Germinal’i neyse Türk edebiyatında Grizu odur.


Oruçoğlu bir edebiyat emekçisidir ve kitaplarının birçok yayınevi tarafından geri çevrilmesi anlattıklarının bir yaşam gerçeği olduğunu değiştirmiyor. İnsanlar bunları yaşıyor. İnsanlar bunları her gün, her saat yaşıyor ve hazmediyor. Üzüldüğümüzü söylemekle de kimsenin hakları ellerine verilmiyor.


“Amele dediğin karıncadır. İş başında düdük kuşu misali ötmez, kaşınmaz, çalışır.”



Fotoğraf Kaynağı: https://www.demokrathaber.org/


Yazar: Ezgi Karaman