6 Şubat gecesi ve gündüzü meydana gelen iki büyük deprem sonucu Türkiye’nin etkilenen illerinde denetimsiz inşaat sektörü sebebiyle çok sayıda yıkımlar meydana geldi. Depremin sonuçlarını bire bir yaşayan insanların gördüğü hasarlarla birlikte, tüm halkı etkileyen bir psikolojik sarsıntı mevcut. Türk halkı olarak bu yorucu, sarsıcı ve iç yakan felaketten topluca çektiğimiz manevi sıkıntıdan kurtulmanın yollarını ararken, maddi bir sorun olarak karşımıza çıkan yıkılmış evlerin TOKİ konutlarıyla çözüleceği haberini aldık. Bir mimarlık öğrencisi olarak, bu açıklama beni epey huzursuz ediyor ve rahatsızlığımı dile getirme isteği uyandırıyor.

 

Açıklanan karar sonucu, TOKİ Konutları hakkında birçok görüş yazılmaya başlandı. Okuduğum çoğu görüş, yapıların depreme nasıl dayanıklı olduklarını ve doğru bir çözümü nasıl belirlemeleri gerektiğinden bahsediyor. Lakin bu karar bana aceleci bir çözümmüş gibi geliyor. Mimarlık dediğimiz şey, dünyanın serveti olmasının yanı sıra, bir ülkenin kimliğidir, bir ülkeyi temsil eden imajdır, bir coğrafyanın şahsiyetidir. Türkiye’nin kimliğinin TOKİ konutların olmasını mı istiyoruz? Yaşanan deprem sadece sağlam olmayan binaları yıkmadı; şiddeti aynı zamanda tarihi yapıları da yıkacak güçteydi. Yıkılan bu tarihin üstüne TOKİ konutlarının dikilmesi ne kadar doğru? Geçmişten bugüne dayanan yapıların yerine TOKİ konutları yerleştirerek yine bir propaganda yapılmasına izin mi verilecek? Ülkenin kimliği bu olmamalı. Hem şehrin yeniden yapılışına hem de her türlü hasarı gören vatandaşların hayatlarına destek olunamalıdır.


Dünya çapında şehir planlaması için bir çok yarışma başlatılıyor ve ortaya fazlasıyla verimli, olumlu sonuçlar çıkıyorken, neden bu Türkiye’de mümkün değil? Depremde yıkılan bölgeler için şu an bir yarışma başlatmanın etik olmamasıyla birlikte, aynı zamanda zaman kaybettirecek bir süreç olacağının farkındayım, ancak büyük ve yıkıcı bir deprem beklenen İstanbul için böyle bir çözüm üretilebileceğini ve kimliğini korumak adına hemen harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyorum.


Deprem bölgelerinde ise bu durumu bugünün genç mimarları, büyük profesörlerin desteği ile ele almalıdır diye düşünüyorum çünkü bir şehri en iyi ve en bilinçli şekilde yaşayanlar gençlerdir; eksiklerin ve fazlalıkların farkında olurlar ve bu alanın profesyonelleri ile birlikte çalışarak çözüm sunabilirler. 1928 yılında kurulan Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi’ni düşünüyorum: İki büyük savaşın, kaosun sebep olduğu sosyal ve politik sorunların, aidiyet duygusunun en uçlarda olduğu bir dönemin ortasında kurulmuştur. Ortadaki sorunu halletmek adına dünyanın her bir yerinden mimarlar toplanıp, o dönemlerin güncel konusu olan sanayiye göre kentleri şekillendirmişlerdir. Bununla yetinmeyip, ileri görüşlü ideallerini savunup, direnmişlerdir.

 

TOKİ konutları her ne kadar depreme dayanıklı gibi görünse dahi nihayetinde basit bir standartlaşma türü. Şehrin, kentin bir ruhu vardır ve birçok dalı kapsar; bu durumda söz konusu sadece yıkılmayan binalar değildir. Binalar, bir bütünün parçasıdır. Tarihi ile bilinen, Antakya gibi kimlik sahibi değerli bölgelerin korunması adına TOKİ konutları çözüm değil, olmamalıdır. Yaşamın kalitesi sadece yapıların sağlamlık seviyesine göre ölçülmemeli, ölçülemez. Standartlaşmanın zararları çoktur, her bölge kendine hastır ve bir standart kullanıldığı durumda bulunduğu yere göre şekillendirilmelidir. Zaten her şey standartlaşma ile aceleye getirildiği için bu sonuçlara katlanmak zorunda kalınmıyor mu? Şu anda acil bir çözüm üretilmeli elbette fakat TOKİ konutları hazırda bekliyor ve yıkımlar temizlendikten sonra direkt olarak dikilecekler. Beklemek yerine ileri bir adım atarak, bu ‘bekleme sürecinde’ bir proje başlatılabilir ve böylelikle harap olmuş şehirlerin kimliklerini geri kazandıracak sonuçlar üretilebilir.

 

Ülkedeki yapıların büyük bir kısmı denetimsiz. Bu duruma, günün birinde tüm dayanıksız yapıları yıkıp yerine sağlamlarını dikerek el koyulamaz. En nihayetinde, deprem yıkıcı yanıyla birlikte, pek hoş bir tabir olmasa da, bir fırsat sunuyor ve Türkiye bu ‘fırsatı’ TOKİ konutları ile değerlendirerek gelişimine bir kez daha engel oluyor. Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi nasıl bir krizin ortasında doğup birçok soruna çare olmuşsa, yıllardan beri süregelen ve bir türlü çözülmeyen sorunlar da Türkiye’de artık bir son bulmalı. Bu kriz, sözün bittiği yer değil, sözün başladığı yer olmalı.

 

15 şubat 2023




İllüstrasyon: Toon Joosen