"İki toprak arası sergüzeşt idim 

Bir ömür yaşadım sığamadım bir ana 

Döküldü can yapraklarım

Bahar gittim,

Güz geldim aç kapıyı"


Bir topraktan bir toprağa sergüzeşt... uzun dediği yaşamışlığında bir an biriktirmemişken baharı güze iliştirip her gidişte bir can yaprağını dökmüş şair. Sanki iki toprak dediği bahar ve güz arasındaki yolculuğu, hep güze doğru olmuş ve yenilenememiş de yorgun gelmiş kapıya, 'aç kapıyı' diyor.


Buradaki serzeniş yorgunluğadır. Bir taze can bulamamanın ve arayıştaki çabanın yorgunluğundan eve dönüş gibi... peki kapının ardında kim var?


"Görmek gözden üste cefa 

Görünen etmez ahde vefa 

Öpmek için radyasyonlu gözlerinden son defa

Bakar gittim, 

Kör geldim aç kapıyı."


Bir gören bir görünen var. Ancak görüyoruz ki karşılık yok. Görmenin gözden aşması ve cefaya yakınsaması, bu görmenin maddi bir görme olmadığını gösteriyor. Görünenin vefa etmemesine şaşmayıp bunu bir aforizma gibi söylemesi bundan, çünkü görünenin durumdan haberi yok.


Radyasyonlu gözlerden öpmeyi iki şekilde yorumlayabiliriz. Birincisi, bu bir medya görüntüsüdür. Ki belki bir cep telefonundaki görüntüden öpmenin durumundaki radyasyon salınımını getirir akla ama biz her zaman sonraki, yani uzakta olan anlamın peşinde olacağız. Rad-yas-yon... üç kapalı hece, üç sesli darbe ve fonetik nazarında uyandıran, üç kere en gürültülü davula vurduran bir sözcük. Şiirin yükseldiği yer, kapıyı açtırmakta büyük kozun açıldığı yer ve karşı tarafın kibrini okşayacak bir mükafat bu. Şair karşı tarafı kandırmaya çalışsa da bakar gittiğini, kör geldiğini söylüyor.


Görüntü, gören, görünen, bakmak ve sonunda kör olmak durumunun tenasübü ve radyasyon etkisini ilk ihtimaldeki gibi zamana yaymaktansa ikinci ihtimale tutunup o sesli etkiyi yaşatmak makul olandır. Bakar gidip kör gelmek yine bir yenilmişliğin, yorulmuşluğun göstergesidir. Kapıyı ve ardındakini daha bulamadık.


"Bir mekan ki duramam

Mekan durur benden içre 

Arşı delen bir sevinçle 

Bir idim bin oldum 

Çizdiğim yolda kayboldum 

Deniz gittim,

Tuz geldim aç kapıyı."


Bir bilmece ile başlıyor bölüm. Kapının ardındakiyle bir şeyler paylaşmanın sevincinde, anlamanın belki... 


Durulmayan bir mekan, hatta şairin içinde bir mekan, sanki bir şeyi anlamış gibi... hatta sevincinden artarak büyüdüğünü iddia ediyor. Tek bir deniz gitmişken milyon tuza dönüşmenin mutluluğunu taşıyor. Ve soruyorum...


Beden mi ruha, ruh mu bedene girer?


"Nedir bu gürültü kulağımda asılı 

İnsan birkaç notadır kağıtlara kazılı 

Bir türküdür susar dururum ellerinde yazılı 

Seda gittim, 

Sus geldim aç kapıyı."


Bu bölümden önce kapının açılması gerekirdi. Açılmadıysa sebep belli. Kapı belli, ardındaki belli... Şairin anlatacakları bitmedi. Ama artık o kapının açılacağını biliyor.


Anlamanın yükünde artık, kulağında asılı olan gürültüyse ve insan (kendi) birkaç notadan ibaretse bu kalabalıklık ne, şair ya işaret veriyor ya anlamaya devam ederken hayıflanıyor.


Ellerinde yazılı olması bildiğini ama tedbirinden sustuğunu gösteriyor. Seda gitmiş sus gelmiş işin kendi anlama çabası, o kapının ardını biliyor.


"Bir kora dokunuşta koparırken vaveylâ 

Hangi cafer dayansın bu ateşin harına 

İçirdin bana ellerinle layemut

Ateş ne desin bendeki gönül yangınına 

Yanar gittim,

Kül geldim aç kapıyı."


Ölmeyip yanmak, ateşe doymak, gönül yangınıyla mukayese etmek hatta pişmek; olmuşluğun, tamamlanmışlığın göstergesidir. Ancak değinilecek olan, elleriyle ab-ı hayatı içirendir. Ab-ı hayatın su olması, ateşi söndüren değil ölümden alıkoyması ateşe aşina eden olmuştur. Peki içiren kim?


"Ah bu sabahlar hep böyle kararsızdır 

Bir seher yeline tembih ettim, umarsızdır 

Getirir sana son dileğimi, ziyansızdır 

Ancak bu devir hep böyle izansızdır

Yaban gittim,

Öz geldim aç kapıyı."


'Ah' ünlemi geldi. Başka bir görüntüyle şiir yeniden başlayacaktır. Sabahın unsurlarının karar ve çareden yoksunluğu, yalnızca nesimin elçiliğini anlatıp tekdüzelikten aymazlığından yakınmıştır. Tüm bu klişeden çıktığını ve bu yolculuktan arınarak döndüğünü anlatmaya devam ediyor.


"Düşmüşüm bir düşe, düşe düşe sokaklara 

Toprak doğurmuş atmış beni 

Bir kaldırım kucaklamış 

Düşler içinde düşsün, düşünü koklar ellerim 

Ben bu kaldırımları bir gün terk eylerim 

Gölge gittim,

İz geldim aç kapıyı."


Artık daha somut unsurlardan bahsediyor şair ve daha açık konuşuyor. Yorgunluk, peşinden anlamayı getirmiştir. Anlamanın rahatlığıyla söylüyor. Yola çıkmadan evvel, sahipsizliğinden, muhtaçlığından bahsediyor. Kendisine yuva gördüğü kaldırım dolayısıyla sokağı reddedip yine bir klişeden, hayalden sıyrılıp gölge iken ize dönüştüğünü, değişimini anlatıyor.


"Sahifeler dolusuyum sözler bana az gelir 

Bir bakış lütuf etsen kor alevden buz gelir 

Bir nisan kar yağar soğuk sana güç gelir 

Yine de yeğse kapılma sonra bahar tez gelir 

Vücut gittim, 

Ruh geldim aç kapıyı."


Sorunun cevabı geldi. Ruh bedene girmez, beden ruha girer. Çünkü bu ruh bu bedenden büyüktür.


Bahardan çıkıp güze gitmenin tecrübesini paylaşıyor. İki toprak arası sergüzeşt deyip çıktığı yolculukta bahardan güze gitmenin ağır ağır ve zor olduğunu, güzden bahara gelmenin de tez olduğunu söylüyor. Bu sebeptendir bir an biriktiremediği, bu sebeptendir can yapraklarını dökülürken bulduğu.


Vücut gidip ruh geldim diyor. Artık son ipuçlarını veriyor.


"Kervanımı yolda düzdüm, hâlâ düzer kervan beni. 

Hangi sonda son bulurum, nerde yutar evren beni?

Yolculuklar takınmışım, kaç tur döner devran beni?

Gönül hacmime gönlün dardır, nasıl tartar kantar beni? 

Sultan gittim kul geldim aç kapıyı."


Yolu bitirmiş olmanın rahatlığında, yine de az önce övündüğü olmuşluğun yanılgı olduğunun farkında. "Hâlâ düzer kervan beni" sözünde yaşamın ve yolun içinde olduğunu anatıyor. Neler yaşadığını bilse de neler yaşayacağını daha bilmediğini konuşuyor. Ne zaman öleceğini, ne kadar yaşadığını, ne kadar aciz olduğunu sorguluyor. Gönül hacmime gönlün dardır deyip artık rahatça kapının ardına karşı konuşabiliyor. Bizim de bildiğimizi umuyor. 


Sultan gidip kul gelmesi de gördüğü aczinden olacaktır.


"Ciğerimizdeki havaya yaşam demişler gülüm 

Cesedimiz toprak olur bize dokunmaz ölüm

Konuşurum dilini de adına dönmez dilim 

Sözlerindeki füsuna alimler çare bulsun 

İnsan gittim,

His geldim aç kapıyı."


'Ciğerimizdeki havaya yaşam demişler gülüm' diye hitap ederek kapının ardındakiyle yekvücutluğunu anlatıyor. 'Cesedimiz toprak olur bize dokunmaz ölüm' derken de kapının ardını tehdit ediyor. Dilini elbet konuşur ama adını derse kendinden gidecektir. Bir bir şey anlayacaksa da anlasın diyor. Artık tüm o kargaşanın, sıkıntının, güçlüğün heyecanından uzak; ne olduğunu bilen ve buna karar veren bir şair var karşımızda.


"Gözyaşımla sel olur bütün durgun sular 

Tufan olsan Nuh olurum, savaş olsan sulh 

Nuh bile duymaz iken kuşların feryadını 

Gemine bir de ben al figanım sanadır

Yürür gittim, 

Kuş geldim aç kapıyı."


Kafiye bozuldu. Ses kısıldı. Söylenecek ne varsa söylendi. Kapının ardındaki kendisiydi. Bir ruhun bedeninden bir şiir mesafesi kadar ayrılıp birçok vahameti tecrübe edip geri dönme hikayesi gibi anlattı yolculuğunu. Arınmak istedi. Şikayetini, kendi olmakta yaşadığı zorluğu, gördüğü engelleri, sınırları anlattı. Kendini terbiye etti. Emin olabilmek için muhakeme etti. Ve çıktığı kapıya geri geldi. Kapının ardında tamamen arınmış olarak bulacak kendini.


"Aç kapıyı 

Ben bir garip yolcu 

Aç kapıyı 

Sana derler hancı

Her durakta durulur da 

Tektir insan duracağı

Ben geldim 

Kırık kanat

Hoş bulayım

Aç kapıyı"


Artık daha sık istiyor kapının açılmasını. Ve örtük yolla ima ediyor gidenin ve bekleyenin ne olduğunu. Her durakta durulup insanın asıl duracağı diye söylediği de kendi bedeniydi. Hoş bulacağından emindi. Son kez aç kapıyı dedi ve kapı açıldı.