Hatırlar mısın bir eviniz vardı, deniz gören. Duvarları rutubetli. Sonra kalkıp yüzlerce binanın ortasına taşınınca anladın hani kıymetini. O evin en geniş odasına gidelim, senin odan.
Bugüne kadar hep evin en büyük odası senin oldu da, neden sen içine girdiğinde küçülüyorlardı? Uykuyu beklemekten bitap, etrafta gezinen gözlerin, neyi arıyordu her gece? Yatağından kalkmadan baktığın o pencerede çok da bir şey göremiyordun. Zaten ilgilenmiyordun ne olduğuyla. Benim verdiğim rahatsızlığı üstünden atamadığını anladığında, boş boş bakardın o pencereye, bir şey görmeyi ummadan. Hatta bir şey görmemeyi dileyerek. Öyle bir his veriyordum sana işte.
Kötü bir pazarlıkla ayrılıyorduk her gece o odadan. Senin tüm inancını,
hevesini alıp karşılığında hiçbir şey vermeden azat ediyordum seni günün
kızıllığına. Ama sen zamanda donmuş gibiydin. Bir işe elini attığında hep ben
geliyordum aklına. Ve ne yapsan memnun edemiyordun beni. Burun kıvırıyordum
kusursuz suratımla. Yetmiyordun, yetemiyordun. Parmak ucuna yükselince görebildiğin bir manzaraymış gibi yaşamak zorundaydın hayatı, yarım yamalak bir izleyici. O büyük sıçrayışı yapamıyordun. Benim yüzümden. Benimle başa çıkamaman yüzünden.
Benim vereceğim onaya bağlı atıyordun adımlarını. Yalan yok, bana iyi
bakıyordun. Her geldiğimde kapın açıktı bana. Sen o kapıyı kapattığında ben
yine içeri girebilir miydim bilmiyordun. Çünkü hiç denememiştin. Kendi
güçsüzlüklerini varoluşun eksikliği olarak görmeye çalışıyordun. “Herkes”le
başlayan cümlelerin olmuştu. En acınası olan da buydu sanırım. İçine yerleşmeye
çalıştığın genellemelerin sende hiçbir karşılığının olmaması.
Şimdilerde, yeni bir yere taşındın. Yüzlerce binanın ortasındaki evinden
bile kötü. Aslında ne oradasın ne değilsin. Akışta kendine bir yer bulamayınca
oraya itildin belki. “Vasat”. Yetersizliğin, edersizliğe evrildiği yer. Oldukça
yüksek nüfuslu. Vasat’ta harekete geçmene gerek yok, senden hiçbir şey
beklemiyor. Orada istediğin kadar kalabilirsin, kimse seni fark etmez, kimse
seni eleştirmez. Ben yokum orada işte, çünkü bana gerek yok. Orada fark
ediyorsun benim yokluğumu. Senin heveslerini yıkarken aslında daha iyisi için
nasıl da kamçıladığımı. Sen beni sadece filizlenen tohumlarını ezen bir düşman
olarak görürken, benim senin toprağına nasıl gübre olduğumu fark ediyorsun.
Şimdi bir karar ver. Yetersizliğini yüzüne vurarak ağrıttığım başını,
dizlerime yasladığın o uykusuz gecelere geri dönmek mi? Yoksa yavaş yavaş
alışacağın o vasatlıkta, sana sen olduğunu hatırlatacak hiçbir şey kalmayana
dek uykuda olmak mı?