Cılız bir mum gibi yanarken ömrüm... Tekinsiz rüzgarlarla söğüt dalı misali yol alırken... Kurak yazlara zemheri kışlara el aman ederken bir adam tanıdım.
Nice yıllar görmüş, kanadı kırık kuşlara özenmiş olacak ki yalpalıyor. Gitmek adeta bir kırlangıç gibi uçmak istiyor fakat kaybolup yitmekten korkuyor. Kalbinin kanını eline bulaştırmış. Kırmızıya boyuyor bulutları; görenlere kızılcıklar döküldü, vişneler çürüdü diyor. Ezilmişliğe meydan okuyarak mayhoş bir güzelliğe bürünenler kirlenmişler.
Adam yitip giden yıllarına bakınca gözleri sisleniyor.
Beyhude geçmiş ömrüne hayıflanıyor.
Yek beyza bir varoluş, bir yığın handikap.
Kaçarken dönüşümünden.
Bana bakıyor buğulu gözleri ile, kara kışlara bırakma ömrünü diyor. Bir an duruyorum.
Ben de ömrümün sarı sonbaharını yaşıyorum. Geç mi kalmıştım?
Kader oyunu değil bu, yıllarca biriktirdiklerimin üstüme düşmesi benim suçum...