Gözlerimi açtım, içime aktı zaman. İçime doldu deliler gibi, delirdim.
Aklımı kaçırıyorum.
Bugün günlerden ne bilmiyorum, zaten hiç bilmedim.
Saat kaç?
On altı ekim, 10:16
Bugün ölüyorum. Sonunda sonuma kavuşacağım, yıllardır hayalini kurduğum ölümüme bu akşam sarılacağım. Bana ninniler söyleyecek, göğsüne yatıracak beni.
Her şey sonlanacak.
Yataktan ağır ağır kalktım, gerindim. Bugün son günüm. Mutfağın kapısı bugün ayrı bir parlak görünüyor. Renkler çok canlı, sesler keskin… bir bıçak çıkardım çekmeceden, yeni bilenmiş. Taze bir bıçak.
Hayır, kesmeyeceğim bileklerimi.
Ölümüm bir devrim olacak.
Adımı gazetelerin ilk sayfasında göreceksiniz.
Kahvaltımı özenle hazırlıyorum. İçimde çocuksu bir heyecan geziniyor. Damarlarımda, tam içinde… tanrı beni kıskanıyor. Böyle bir ölümü bana o yazmalıydı, kaderime.
Yaşamımdaki son kahvaltımı yapıyorum. Temizlenmem gerek.
Hayattan arınmam gerek.
Takım elbisemi alıyorum, banyoya gidiyorum. Aynanın karşısına geçip uzun uzun izliyorum kendimi. Uzamış sakallarımı, dökülmeye başlayan saçlarımı, gözlerimin altındaki mor halkaları, henüz çok gençken…. Soyunuyorum, çırılçıplak kaldım hayata artık. Güçlü olduğum kadar savunmasızım. Suyu açtım, ısınmasını beklemeyeceğim. Artık her şey için çok geç. Soğuk suyu hissediyorum, yaşadığımı hissettiriyor. Hala bir yerlerde kalbimin attığını, tenimin buz kestiğini görüyorum. Gülümsüyorum. Keyifliyim. Siyah perdenin ardındaki renkleri görmek için gözlerimi sıkıca kapatıyorum. Zaman geçiyor. Renkler belirmeye başlıyor. Sağ elimi yukarı doğru kaldırıyorum, yakalamaya çalışıyorum onları. Çocukluğumu hatırlatıyor bu bana. Gözlerimi ne kadar sıkı kaparsam, o kadar az hissettim acıyı da. Bana her vurduklarında perdedeki renkleri yakalamaya çalıştım yıllarca. Dokuz yıl. Dokuz yıl boyunca gözlerimi sıkıca kapattım ben, bir daha açmamak üzere…
Suyu kapatıyorum, artık gitme vakti. Takım elbisemi giyiyorum, saçlarımı özenle kurutuyorum, en sevdiğim parfümümü sıkıyorum.
Artık hazırım sonuma.
Odama gidiyorum, bir kağıt çıkarıyorum çekmecemden. Yazıyorum.
Ben en geniş zamanlı şiiri yazdım, kırılırken parmaklarım. Teker teker, sökülürken tırnaklarım, dibinden… Kanaya kanaya. Perdeler kapalıydı, ışık girmedi hiç odama. Yalnızca karanlık karşıladı beni. Kocaman dünyasına, kendine hapsetti, yıllarca… Onca yıl nasıl yaşadım o evde, hiç mi aynaya bakmak gelmedi içimden, neden yüzleşmedim kendimle? Kalbimi nasıl kapattıysam başka birine, perdeleri de öyle kapattım yıllarca. Anne, baba… özür dilerim sizden. Burada olmamalıydım, beni yanlışıkla çıkardılar sahneye. Şimdi ise gidiyorum, ardımda bana el sallayan kocaman bir geçmişle, terk ediyorum sizleri, bu dünyayı… Hoşça kalın, aşkla yaşayın.
‘’Hoşça kalın, aşkla yaşayın.’’ Mektubu ikiye katlayıp ceketimin iç cebine yerleştiriyorum. Masanın üzerinde duran sayaç, gülümsüyor bana. Simsiyah. Ölüm rengi. Elime alıyorum, kutsal bir an bu. Yüz seksen dakika. Üç saat. Ayarlıyorum.
Artık çıkmam gerek. Kapının üstünde asılı duran anahtarıma bakıyorum. Bir daha asla geri gelmeyeceğim.
Sokak tenha. Apartmanıma son kez uzaktan bakıyorum. Ne çok şey yaşadım bu evde. Göğüslerinde ağladığım fahişelerle yattım, kavga ettim, aşık oldum, terk edildim… onca yıl. Bir hayat vardı önümde, onu da çürüttüm. Kendi ellerimle gömdüm kendimi. Uyuşturdum zihnimi. Gerçeklerden, geçmişimden kaçmak için uyuşturdum kendimi. Gün geçtikçe yedirdim beynimi. Her geçen gün çürüdüm. Kendi sonumu, kendim yazdım. Kanayan parmaklarımla, titreyen ellerimle. Şimdi ise gidiyorum. Gerimde bıraktığım hiçbir şey olmadan. Sadece bir mektup, birkaç damla gözyaşı ve kanla.
Sokakta gördüğüm ilk arabaya yöneldim.
Üzgünüm, bunu yapmam gerek.
Camına yumruk atıyorum, elimde parçalanıyor. Kapıyı açıp içeri giriyorum. 2003 model bir opel. Arabanın alarmı çalmaya başlıyor.
Siktir!
Çalıştırmayı deniyorum, olmuyor. Hiçbir şekilde arabayı çalıştıramıyorum. Son kez kontağı çeviriyorum.
Sonunda.
Ölümüme bir adım daha yakınım artık. Cebimden sayacı çıkarıp başlatma tuşuna basıyorum.
Yüz yetmiş dokuz.
Son hızda sokaktan çıkıyorum. İçimde, kanımda gezinen bir heyecan var hala, ruhumda. Gitmem gereken yerler var, son kez içmem gereken şaraplar,
Son kez öpmem gereken kadınlar…
Önümde duran şarapları inceliyorum. Son içeceğim şarap güzel olmalı. Ben öldüğümde, kanımda bir köye yetecek kadar alkol bulunmalı! Gülümsüyorum. Çok güzel olacak benim ölümüm. En güzel ben öleceğim.
Merlot.
Önümde duruyor, parlak ve sivri dişleriyle. Bana bakıyor, günaha çağırıyor. Kanmak istiyorum ona.
Beni kandırsın istiyorum.
Kandırıyor, onu seçiyorum. Yanıma yakışacak en güzel şarap, kadın gibi, merlot. Kasaya yöneliyorum, önümde üç kişi var. Ölümüme geç kalmak istemiyorum, yıllarca bugünü bekledim. Yirmi yedi yıl, ben doğduğumdan beri. İntihar bebeği olarak doğdum. Yıllarca yaşamamdaki amacım, kendimi öldürmekti. Bugünü bekledim. Bugün, on altı ekim.
Sonunda sıra bana geliyor. Kasadaki kadın saçlarını yeni sarıya boyatmış, görüyorum. Saçlarındaki o inceliği, kırılganlığı hissediyorum. Cildi makyajını kusmuş. Çürümüş et kokuyor. ‘’Kendini öldür.’’ Diyemiyorum.
Çünkü başka bir hayat yok.
Onun seçebileceği başka bir yol yok, korkaklığından.
Yüz elli dört.
Benimle flört ediyor, görüyorum. Çekinerek yapıyor bunu, son günüm olduğunu bilmeyerek yapıyor. Çok yazık ona. Her gün görmek isterken, son kez görüyor beni. Bundan habersiz. ‘’Üzüleceksin.’’ Diyemiyorum da, ‘’Kartla ödeyeceğim.’’ Diyorum sadece.
Şarabı alıyor, marketten çıkıyorum. Son kez denizi izlemem gerek.
İşte deniz, tam karşımda. Uçsuz bucaksız mavilikler. Özgürlük, tuz kokusu.
Şarabımı açıp içmeye başlıyorum. Merlot boğazımdan geçtikçe gülümsüyorum. Yakıcı, keskin bir tadı var. Canımı yakıyor, bunu seviyorum. Şişenin yarısına geldikçe keyifleniyorum. Alkolün içimde gezindiğini hissedebiliyorum! Beni sarhoş ediyor, aşka sarhoş oluyorum. Hayatımda ilk defa, bu kadar zevk alıyorum.
Şarabım bitmek üzere.
Yüz dokuz.
Ayağa kalkıyorum, son kez uzun uzun bakıyorum karşımdaki maviliğe. Denizi bir daha göremeyeceğim, bu huzuru aklıma kazımak istiyorum.
Gülümsüyorum, yırtarcasına dudaklarımı. Gülümsemem kahkahaya dönüşüyor, dans ediyorum. Dalgaların kuma vurduğunda çıkardığı ses bedenimi hareketlendiriyor, ritmi zihnimin en diplerinde hissediyorum. Elim, vücudumun ekseninde bir orkestraya maestroluk yapıyor. Hissediyorum.
En derinimde.
Müzik.
Melodilerin kıyıya vurması.
Deniz.
Özgürlük.
İşte hayat bu. Hayat burada, iki avucumun arasında. Tutuyorum onu, ona müziği gösteriyorum. Elinden tutup göklere çıkarıyorum, onu. Kutsal bir an.
Seksen dokuz.
Müzik sonlanıyor. Derin bir sessizlik kalıyor geriye. Şarabım bitiyor. Hoşça kal Merlot. Gitmeliyim.
Büyüdüğüm yurdun önündeyim. Çocukluğumu görüyorum. Çocukluğum hemen şurada. Yıllarım geçti benim bu yurtta. Burada büyüdüm. Veda ediyorum hepsine, en çok da kendime. Üzgünüm, çocuklar. Benimle aynı kaderi paylaştığınız için çok üzgünüm. Seçemediğiniz o güzel hayatı size sunamadığım için, çocukluğumu koruyamadığım için üzgünüm. Gözlerim doluyor. Birazdan birkaç damla yaş akacak yanaklarıma, oradan göğsüme… bir evren var orada. Kocaman bir evren. Yaşar’ın evreni. Onun dünyası, nefreti, kini ve yası…
Kendimi çok uzun süre önce unuttum ben. Yaşar’ı hatırlamıyorum. Gözlerimi dokuz yaşımdayken sıkıca kapattım, bir daha açmamak üzere, derin bir uykuya daldım, bir daha uyanmamak üzere. Güneş tekrardan doğmasın istedim. Uzunca bir süre. Gün ışığından nefret ettim, sefalet içinde yaşadım, yıllarca.
Onca sene, nasıl yaşadım?
Hiç mi gelmedi içimden güneş görmek?
Nasıl küstüm ben o küçük çocuğa, ağlarken ardımda.
Bu yüzden nefret ediyorum kendimden, zihnimden. Bu yüzden benim son günüm. Uzun uzun izliyorum yurdun bahçesinde oyun oynayan çocukları, derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Güneş batıyor. Ay ışığı dolacak içime, karanlık dolacak.
Geldiğim bu yıkık dökük, harabe eve bakıyorum. Her şey burada başladı, burada bitecek.
Kırk dokuz.
Çatısına çıkıyorum, hiç değişmemiş. On yedi yıldır aynı. Çocukken burada bulduğum huzur karşılıyor beni. Her yerim yara bere içindeyken bana pansuman yapan bir ayağı kırık koltuk karşılıyor beni, çocukluğum karşılıyor.
Yirmi beş.
Çatının kenarından ayaklarımı sallandırıyorum. Gülümsüyorum, yıldızlar karşılık veriyor bana. Çocukken hep bunu yapardım. Saatlerce ayaklarımı sallar, yıldızlara selam verirdim, onları sayar, hikayeler kurardım.
Lakin, büyüdüm artık. Koskoca bir yirmi yedi.
Yirmi yedinde öl demiş şair. Çok güzel öleceğim. Çürüyen bu hayatımı tüm insanlığın önüne sereceğim. Kocaman bir aferin, bir alkış alacağım. Bugüne kadar tükettiğim ne varsa, artık ben tüketeceğim. Başka bir hayat varsa eğer, yeniden doğmayacağım.
‘’Nereden buldun beni?’’
İrkiliyorum. Sesin geldiği tarafa bakıyorum, bir ışık vuruyor yüzüme. Bu kadar karanlığın içinde ellerimi gözlerime siper ediyorum. Sonunda, görüyorum onu.
Bir çocuk.
Henüz küçücük.
‘’Ne yapıyorsun burada?’’
Kaçtığını söylüyor bana, kimden kaçıyor?
On sekiz.
Bana benziyor. Gitmem gerekli, diyorum. Beni de götür, diyor. Anlamıyor. O daha çok küçük.
Ölmek istiyor.
On.
Ağlıyor, benimle gelmek istiyor.
O daha çok küçük. Bunu yapamam ona.
Sarılıyorum sıkıca, sırtını sıvazlıyorum. Bana benziyor, en çok da bu korkutuyor beni. Benim yaşadıklarımı yaşıyor, gitme diyor.
Gitmeliyim.
Beş.
Nereye gidiyorsan beni de götür, diyor. Daha sıkı sarılıyorum. Beni son kez gördüğünü biliyor.
Sonunda, duyuyorum o sesi. Ölüm çanları benim için çalıyor. Şimdi sıra bende, sahne benim. Anne, baba…Çok üzgünüm.
Ayağa kalkıyorum, çatının kenarına gidiyorum. Kafamı gökyüzüne kaldırıyorum, yıldızlar gülümsüyor bana. Atlayacağım. Her şey sonlanacak.
On.
Sonuma kavuşuyorum.
Dokuz.
Yıldızlar.
Sekiz.
Özgür olacağım.
Yedi.
Zaman.
Altı.
Her şeyi.
Beş.
Yok.
Dört.
Eder.
‘’Yaşar?’’
Arkamı dönüyorum. Küçük çocuğun elini görüyorum, ağlıyor. Çaresiz, zayıf. Adımı biliyor. Bana benziyor. Gözlerinin içine bakıyorum. Görüyorum onu. Tanıyorum, hem de çok yakından. Kendimi hatırlıyorum, Yaşar’ı hatırlıyorum. O hatırlatıyor bana. Evet, yapıyor bunu.
Kim olduğumu biliyorum. Son kez, her şeyi hatırlıyorum. Gitme, diyor bana. Hıçkırıyor. Yüzündeki morlukları inceliyorum, gözlerindeki acıyı görüyorum.
Onu anlıyorum!
Ölüm çanları zihnimde yankılanıyor, önüme dönüyorum. Her şey bitmeli. Terk etmeliyim hepsini, bu bir devrim. Son kez bakıyourm arkama, çocuk kayboluyor. Sesler kesiliyor. Rüzgarın uğultusunu duyuyorum yalnızca. Geriye hiçbir şey kalmadı. Ağlıyorum, daha önce hiç ağlamadığım kadar.
Kendimi boşluğa bırakıyorum, rüzgarın tenime çarpmasını hissediyorum.
Her şeyin sonu, hiçbir şeyin başlangıcı.
Sıfır.
Ateş
2025-01-29T19:23:35+03:00Bayıldım.
Sencer Osman Sütcüoğlu
2025-01-29T03:59:39+03:00bir kaç yıl önce çok benzer bir şey yazmıştım, onu anımsattı. ellerine sağlık..
melis
2025-01-29T00:39:36+03:00çok çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum.. @ahuzaruri
ahuzaruri
2025-01-29T00:32:53+03:00söyleyecek hiçbir şey bırakmıyorsun. bu platform üzerinde okuduğum en iyi yeraltı edebiyatı kalemisin. anlatacak çok daha fazla hikayenin olduğunu biliyorum ve dinlemek için sabırsızlanıyorun. kalemine sağlık! yaşar'ın ruhuna da fatiha..