Hava git gide serinlemeye başlıyor. Soğuğun gitgide insanın iliklerine işlemeye başladığı aylara girmekteyiz. Yaz aylarının o iç ısıtan, neşeli görünen, hareketli akşamları yerini gitgide biraz daha ıssızlaşan sonbahar akşamlarına bırakmakta. Arkamdaki ağaçtan rüzgarın etkisiyle kopan yapraklar üzerime geliyor. Belki yaprağın türünden ağacın ne ağacı olduğunu anlayabilirim., ama o zaman bütün sır bozulur. Hem bu yaprakların, arkamda olduğunu düşündüğüm ağaçtan geldiğine de emin değilim ki. Sonuçta rüzgar, gücünü yetirebildiği varlıkları istediği yere sürükleyen zalim bir doğa olayı. Benim üstüme getirdiği yaprakları evlerinden uzaklaştıran, üzerimde olan iki insanın da ceketlerini giymelerine sebep olan kötücül rüzgarın benimle sorunu yok. Çünkü bana zarar veremez, beni yerimden edemez, beni üşütemez. Ama misafirim olan insanlar ile rüzgarın husumeti devam ediyor olacak ki ceketlerinin üstünden elleriyle hafif şekilde kendilerini ısıtmaya çalışıyorlardı. Misafirlerim her ne kadar hareket etseler de çok sessizler. Soğukluk rüzgardan veya mevsimden dolayı değil de aralarındaki gerilimden kaynaklı da olabilir. Çünkü hala sürmekte olan sessizlikleri 15 dakika önce ilk oturdukları anda başlamıştı. 15 dakika her ne kadar yeni nesil insanlar için çok uzun bir süre olmasa da insanların yüz ifadelerinden, hal ve hareketlerinden aralarındaki gerilimi ve tansiyonu anlıyorum. Bunca yıldır bulunduğum bu yerde en iyi tecrübe ettiğim şey bu galiba. Bu mevcut süreye ve hissettiklerime göre birazdan kıyamet kopacağı aşikar. Sanki tüm doğa benimle aynı düşünüyormuş ve hepsi birbiriyle anlaşmış gibi bir hava var. Rüzgar şiddetini biraz daha arttırdı. Fırtına derecesinde olmasa da soğuğa daha fazla hissettiren bir esinti var. Hava iyice kararmaya ve kasvetini bulunduğum yere göndermeye başladı. Sokak lambaları bile bu kederli havadan nasibini almış gibi loş şekilde yanıyordu. Sanki tüm insanlar organize olup evlerine çekilmişti., sokak öylesine sessiz ve ıssızdı. Ve misafirlerimden biri kendileri için sunulmuş olan bu sükuneti bozdu sonunda. Kadın hüzünlü ve sitemkar bir ses tonuyla “Özür dilerim” dedi ve devam etti, “Özür dilerim ama yapamadım. Sana aşık olmayı, seni sevmeyi denedim ama olmadı. Bir yıl boyunca seninle olan her anımda sana karşı bir kere bile aşık hissetmedim, sana bir kere bile aşkla bakmadım.” Adam son cümlenden sonra kadına iki saniyelik bir bakış attı. Adamın canının çok yandığı bu bakıştan ve gözlerinin dolmasından anlaşılıyordu. Bu iki saniyelik bakış geçen tüm seneyi ve anıları silivermişti adamın aklından. Kadının ise iki saniyelik bakışta gözlerinde boşvermişlik ve pişmanlık vardı. Kadının gözlerinde bir yıl boyunca verilen sözlerin, edilen iltifatların, yapılan tüm şeylerin pişmanlığı vardır. Ancak tek bir pişmanlık yoktu. Karşısındaki adamı üzdüğü için pişman değildi. Aksine sanki bunu istiyor gibiydi. Ağzından çıkan son cümle de bunu kanıtlıyordu zaten. Başarılı da olmuştu. Adam kadına baktıktan sonra daha derin bir sessizliğe gömülmüştü. Tepkisi sadece kadına attığı ters bakıştı. O bakıştan sonra ne kadına bakmış ne de ağzından tek bir kelime dökülmüştü. Kadın da ettiği ağır cümleden sonra susmuştu ama suskunluk huzurunu daha da bozmuş olacak ki bu durumu bozdu ve son cümlesini ağzından çıkarıverdi: “ Kendine iyi bak, hoşça kal. ” Cümleden sonra adamın yüzüne bile bakmadan kalkıp gitti. Adam kadının ardından bakmadı bile. Sanki üzerime konulmuş bir heykel gibi hareketsiz ve kaskatı kalakalmıştı. Yaşanılan yirmi dakikanın yorgunluğu çökmüştü üzerine. Duyduklarını mı hazmetmeye çalışıyordu acaba? Ne yapılırdı ki, ne tepki verilirdi? Çok uzun zamandır ayrılıklara, insanların birbirlerine veda edişine tanıklık ederim. Değişen hiçbir şey yoktur. Sadece oturma süreleri değişir. Terk eden önce kalkar. Terk edilen duyduğu lafları hazmetmek, düşünmek için biraz daha oturduğu yerde kalır. Oturduğu süre boyunca idrak eder bazı şeyleri., hazmeder duyduklarını, alışmaya çalışır rutininin yitip gitmesine. Ayrılığın ortaya çıkardığı değişime hazırlar kendini. Oturur, oturur, oturur. Kalkma zamanı geldiğinde ise bazıları düşüncelerinin yoğunluğundan kurtulur, terk edilmenin oluşturduğu yükü atar benim üzerime oracıkta. Hafifler yani anlayacağınız. Bazıları ise oturduğundan daha ağır kalkar. Önceki terk edilenlerin de yükünü sırtlar sanki. Hafifleyeni veya ağırlaşanı nasıl anlıyorsun diye sorarsanız eğer, söylediğim gibi o kadar çok vedaya şahit oldum ki, bu vedaların neredeyse hepsi tıpatıp aynıydı, insanın kalkarken oflamasından, kalkış şeklinden, ağlamasından ne yaşadığını, neler düşündüğünü anlar oldum. Ne kadar da aslında hiçbir şey halt bilmemesine rağmen konuşan bir insana benzedim bu laflarımla. Ha son anlattığım adamı sorarsanız; o, ben size bu cümleleri kurarken kalkıp gitmiş. Ayrılıktan sonra neler yaptığını kaçırmışım. Acaba en son gördüğüm gibi terk edilmenin kendisine verdiği yükü sırtladı mı yoksa bu yükü üzerime bırakıp gitti mi? Bunu bilebilecek tek kişi kendisi gibi görünüyor. Bildiklerinden yüzde yüz emin olmayan, çokbilmiş bir bankın hüküm vermesi doğru olmaz.