Güneşi göremiyorum. Arkamdaki ağacın heybetli gölgesi tüm bedenimi sarmış halde önüme düşüyor. Etraftaki ağaçların yere düşen siyah şekillerine bakarsak güneş arkama geçmiş halde. Hava sıcak mı yoksa soğuk mu anlayamıyorum. Ancak çevreme baktığımda kimsecikler görünmüyor. Parka sessiz bir huzur hakim. Genelde böyle sessiz ve huzurlu anlar ya çok sıcakken ya da çok soğukken oluyor. Akşam Necdet’in gelip gelmemesine göre öğrenirim galiba havanın durumunu. Böyle anları çok seviyorum. Çünkü düşüncelerimi toparlayabildiğim yegane zamanlar bunlar. Etrafta hiçbir ağlama gülüşme, bağırış-çağırış olmadan sadece varlığımı ve geleceğimi düşünmek beni huzura yaklaştırıyor. Düşüncelerim ileri safhaya ulaştığında huzur yerini tedirginliğe ve kaygıya bırakıyor. Ama olsun. Düşünce denizimin ılık sularında dibe gitmeye hazırlanırken bu sessiz huzuru bir çocuk sesi kesiverdi. Daha düzgün şekilde telaffuz edemediği kelimelerle hararetli bir şeyler anlatıyordu elini tuttuğu yaşlı adama. Arkalarından ise bebek arabasıyla gelen, gözlerinde aynı benim gibi sessiz bir huzur arayışı olan kadın yavaş adımlarla onları takip ediyordu. Çocuk, oyun parkını gördüğü vakit kurduğu cümlelerin etkisinden ve yaşlı adamın elinden sıyrılıp büyük bir neşeyle koşmaya başladı. Yaşlı adamın gözlerinde mutlu bir ifade ardı. Yarı açık ağzından yorulduğu belli oluyordu. Ama sanki bu tatlı bir yorgunluktu. Arayışın içindeki kadın ise adamın yanına gelmiş ve birlikte küçük kız çocuğunu izlemeye başlamışlardı. Kız çocuğuna bakışları çok farklıydı. Yaşlı adam kız çocuğunun var olmasından bile mutluluk duyuyor gibiydi. Kadının gözlerinde ise bir duygu karmaşası hakimdi. Endişe, gurur, pişmanlık, mutluluk… Sanki ne hissedeceğini tam belirleyememişti. Kız çocuğu ise saf mutlukluk içinde ordan oraya koşuyor, özgürlüğünün tadını çıkarıyor. Adam ve kadın ayakta durmaktan sıkılmış olacaklardı ki bulunduğum parkta tek gölge yer olan bana doğru yürümeye başlamışlardı. Kadın çocuk arabasıyla hızlı adımlar atarak bana yaklaşırken yaşlı adam ellerini beline kavuşturmuş şekilde ağır adımlarla kadını takip ediyordu. Hafif kambur bedeli öne doğru eğiliyordu yürürken. Dikdörtgen ve çerçevesiz gözlüklerinin altındaki gözlerinin kenarında yaşlılığın verdiği kırışıklıklardan terler akıyordu. Hava sıcaktı demek ki. Necdet gelmeden öğrenebilmiştim sonunda. Kadın arabayı yan tarafıma koydu, çantasını yanına aldıktan sonra oturuverdi. Adamsa kadın oturduktan bir süre sonra oturdu üzerime. Kadın, küçük kızı izlemeye koyuldu oturduğu andan itibaren. Yaşlı adam ise elindeki tesbihiyle oynuyordu. Kadın birden yaşlı adama döndü ve “ Ben artık dayanamıyorum, Salih’e her şeyi anlatacağım” dedi. Yaşlı adam duydukları karşısında şaşırmış görünüyordu. tesbihiyle oynamaya devam ederken kadına “ Sana inanmaz ki, istediğini söyle inkar ederim. Sana mı yoksa kaç yıllık babasına mı inanacak. Aptal olma, sus ve hayatına devam et.” Dedi. Bunları söylerken yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Kendinden çok emindi. Kadın ise bunları duyduktan sonra çantasını açtı ve içinden bir kağıt çıkardı. “Bunu göstericem ve yaptığının cezasını çekeceksin.” Dedi. Adam kadının elindeki kağıda bakıyordu endişeli gözlerle. “ O ne?” diye sordu. Kadınsa “ Ne olduğunu birazdan göreceksin. Salih gelince yaptığın her şeyi anlatacağım. Senin yüzünden kızıma her baktığımda o geceyi yaşıyorum. 5 yıldır üstümde bir karabasan var ve bunun sebebi sensin. Ben artık dayanamıyorum. Yeter!” Dedi. Adamın şakaklarından daha fazla ter akıyordu artık. Ama bu terler sıcaklıktan değildi sanırsam. Telaşlıydı. Yaptığı şeyler neydi ki ortaya çıkmasından bu kadar korkuyordu? “ Yapamazsın, yapsaydın 5 senedir yapardın. Kocasız kalmaktan hiç mi korkmuyorsun? Küçük bir kız çocuğunu babası hapisteyken nasıl büyüteceksin. Elaleme ne diyeceksin?” dedi yaşlı adam. Kadının gözlerinden yaşlar akıyordu. Duygu belirsizliği kaybolmuştu, artık sadece kin ve üzüntü hakimdi gözlerine. “Ne olacaksa olsun, bu korkuyla yaşamaktansa sefil yaşamak yeğdir” dedi gözlerindeki yaşı silerken. Yaşlı adam ise kadının elini sert bir şekilde tuttu ve “ Yapamazsın, yapmayacaksın!” dedi. Artık gözlerinde hiddet vardı yaşlı adamın. Kadın adamın elinde kurtulduğu sırada küçük çocuğun bağırışı duyuldu: “Baba, baba.” Kısa boylu, kirli sakallı, üzerinde belediye çalışanlarının giydiği tulum olan bir adama doğru büyük bir neşe ile koştu ve sarıldı küçük kız. Kadın bu sesleri duyunca ayağa kalktı. Gözlerindeki yaşlar hala durmamıştı, hatta adamı görünce daha da çoğalmıştı diyebilirim. Yaşlı adam da küçük kızın sarıldığı adamı görünce telaşlanmıştı sanki. nefes alışı hızlanmıştı. Kadına doğru baktı ve “Yapma kızım” dedi. Kadınsa arkasını bile dönmeden “ bu haltı yemeden önce düşünseydin bunları” dedi. Genç adam kızı kucağından indirdi, elini tuttu ve kadın ile yaşlı adamın yanına doğru ağır ağır yürümeye başladılar. Onlar yavaş yavaş yürürken yaşlı adam yalvarırcasına “ Yapma, lütfen yapma” dedi. Kadın buna cevap vermedi bile. Sanki artık duyduğu tek ses çocuk ile adamın adım sesleriydi. Birden arkadan acılı bir inleme sesi geldi. Yaşlı adam sağ eli ile göğsünün sol tarafını tutuyordu. Bunu gören genç adam “baba” diye bağırdı ve yanıma doğru koşmaya başladı. Kızın elini bırakmıştı, küçük kız öylece duruyordu adamın bıraktığı yerde. Kadın ise afallamış bir halde yavaş yavaş duyduğu inilti seslerine doğru dönmeye başladı. O dönene kadar genç adam, inilti seslerinin kaynağı olan yaşlı adamın yanına gelmişti bile. “Baba iyi misin? Noldu baba?” Dedi genç adam. Yaşlı adam ise sanki son nefesini bu konuşmada kullanıyormuş gibi “ Kalbim” dedi. Genç adam kadına bakarak “ Yasemin ne duruyorsun ambulansı arasana.” dedi sinirli bir halde. Kadın ise gözlerindeki yaşı hala durduramamıştı. Elindeki kağıdı sıkı sıkı tutuyordu. Kağıt elinde buruşmuştu. Ssanki tüm suçlu bu kağıtmış gibi sıkıyordu avucunda. “ Yasemin ne duruyorsun aval aval. Arasana şu ambulansı allahın cezası kadın.” dedi adam yaşlı adam can çekişirken. “ Aptal kadın. Seni aldığım güne lanet olsun.” dedi ve yaşlı adamı yavaş yavaş kaldırmaya çalıştı. Kollarına girdi ve “ Hadi baba arabayla gidelim.” dedi. Kadın hala olduğu yerde duruyordu. Gözlerindeki nehrin akmasını durduramamıştı. Genç adam, can çekişen yaşlı adamı parktan çıkardığı sırada küçük kız gördüklerinin şokuyla heykel gibi dikilmeye devam eden kadına doğru koştu ve bacaklarına sarıldı. “ Anne dedeme noldu?” Diye sordu kadına. Kadının gözlerini saran kin duygusu ile “ Cezasını buldu annecim.” sözleri döküldü ağzından. “Hadi gidiyoruz eve.” dedi ve elindeki kağıdı üzerime attı. Kız çocuğunu bebek arabasına oturttu. Tam yanımdan ayrılacakken üzerimdeki buruşmuş kağıda son kez baktı. Gözlerinde rahatlamış bir ifade yoktu. Kinli bakıyordu kağıda. En sonunda önüne döndü ve yoluna devam etti. Vay be. Neler olmuştu şu birkaç dakikada. Kadın neyi açıklayacaktı acaba? Yaşlı adam, kendini canından etmeye yaklaşan ne yapmıştı ki? Oysa ne kadar da mutlu ve huzurlu görünüyorlardı parka geldiklerinde. Necdet’e anlatabilsem keşke bunları. Onun hayatı da böyleyken birden tepetaklak mı olmuştu acaba? Anlatmıyor ki domuz. Ama geçenlerde bir şey demişti. “Dışına baksam kat kat cila, içeriyi kemiren tahtakuruları” diye. Bu söz cuk diye oturdu bugün yaşadıklarıma. Necdet’in hayatı da böyleymiş ki bu cuk gibi oturan sözü söyleyebildi. Neyse Necdet’in keyfi yeterse dinleriz, ben en iyisi huzurlu sessizliğime geri döneyim sizinde izninizle.