gövdemde şahlanan isyan parıltısı

ağıttan köprüler kurdu temelime

dünyada yalnız bırakılan tüm kesikler adına

tek sayıların ikilere, ikiliğe ve çokluğa bakışını doğurdu

kim varsa soldurduğu toprağa kırgın bakışlar atan

esmer yürekli kim varsa önce onların duasını okudu


doğruldu, meşalesini en ışıklı kalelerde

aydan aydınlık dilenenlere doğrulttu

böylece kalmadı kimsenin vakti

zaman, günahı günle sağaltan halkalara dolandı

ilk ah'ı göğsüme damlatan suyun akışı ile

aslen bulanık bir yerdi gövdem



ilk kurşunun çıktığı silahı bilmiyor oluşum esen kılmadı beni

kılmadı, çünkü hala barut kokuyordum

artık geçiyorum yokluğun gırtlağıma dayadığı tek harften

takatim kimliksiz kargaşada unutulmuştu ya

buruşturup fırlatmayı seçiyorum

bırakılmış olanların kemiklerini sayarken yapıyorum bunu

yakalarına batan kırıklardan sarkarken

sararken öfkeleri ve saklarken

saklarken öldürüyorum terk ağrılarını


sorsalardı, ilk yarayı açan ben değildim

oysa Hilda beni doğururken sulh aşeriyordu

dendi ki, ciğerleri öfke sızdırıyor

bir öksürük daha

sevgiyi nefrete bağlayan sızının kordonu kesilmeli

artık savaş çığlıkları atıyordu Hilda nefes

aldığımda

isyanımı gevretmeyen yaraların varlığıyla

çoktan silahlanmıştı kursağım


kurban değildim ya

alnıma sürülmüş kanın sıcaklığı bile

az değildi, tenime yüklenenlerin hırsı bile

sınırdan geçilmişti ya utanç duyulmadan

kırmızı en çok benim yüzüme ağlamıştı

şu vakitte kiri yüklenecek değilim

-özenle saklanacak, çok ağrıyacak-

ağlayacak değilim



tepelerini zehrederek yürüdüğüm bu yer

bu zemin, nasıl bastım ki kinlenmedi hala

oysa saçılsam içini açardı toprak

akrep, başımda duman soluyan

inkarı vururdu

artık vakit taşı perdesize doğrultma vakti

tam da burası, havale edemeyiş hayata

ağrıyı ölçümleyecek hassas terazilerin özenle kırılışı

ve hiçbir elin alnına değmeyişidir

çünkü ateşli bir hastalıktır dünya