Eser nedeninden büyük olamaz der Descartes. Peki ben nasıl oldu da tüm sınırlarımı ve irademi aşan bir şey yaratmayı başardım? 


İnsan zaman ve mekandan bağımsız olamaz. Ben bunu hiçbir zaman sevmedim, direnişim de bunaydı belki. Kendimi soyutlamaya çalışırken yok oldum. Bir yerim ve sürem yoktu. Düzenin içinde kaos yaratmaya çalışırken kaosun içinde bir düzenim olmuştu. İrrasyonel bir sabitlik, mümkün mü? Evet, işte bunu yaşıyordum. Tüm personalarım ve tüm olay zincirlerim sonunda bir ana kucağı gibi aynı yere varıyordu.


Karakter karanlıkta şekillenir derler, belki. Ama ben artık o karanlıktan komut almıyorum. Oradan alacağımı aldım. Şimdiyse çıplaklığımı üzerime giydim ve varoluşumun bekaretini bozdum. Gözlerimle dünya arasına çektiğim perdeyi kaldırdım ve karşıma ne çıkıyorsa çocuksu bir tutkuyla en derinine bakıyorum. Beni yaşamdan, yaşamaktan alıkoyan tüm yargılarım yırtıldı ve artık özgürüm. Bana hükmeden hiçbir şey yok. Bir yerim ve sürem var mı, bilmiyorum. Umurumda da değil. Ama çok iyi biliyorum ki bir şeylerle kurduğum bağlantılar benim var olma kudretimi arttırıyor veya azaltıyor, hepsi benim elimde. Bulmaya, bulunmaya, olmaya ve oldurmaya hazırım. 


Geçmişin üzerimde bıraktığı izlerin posasından kurtuldum. Damağımda kalan tek şey lezzetli bir yaşanmışlık. Lezzet. Yeni hayatımın ana karakteri. Eylemlerimin en büyük gayesi. Kendimi ve başkalarındaki beni bambaşka bir şekilde tanımlıyorum. Olması gerektiği gibi.