Kendi umutlarımın katiliyim ben. Sessizce işlediğim son cinayet, gözlerimden aşağı ittirdiğim gözyaşlarımdı. Dudaklarımın arasından süzülüp yok oldular. Ve sustum. Saat tam on ikiyi vurduğu anda, kendimi aramak üzere çıktığım kuytularda kaybolmuştum. Yalpaladığım yollarda arayıp durmaktayken kaybettiklerimi, kendimi kaybolmuş hâlde buldum. Yolumu aradım, gelecekte kendimi arayacağım sokakları aradım. Kutup yıldızı nereye götürür de döker içimi, bilmeden takip ettim. Kilometrelerce, adım attım karanlığın dibine doğru... Hayatımı kazanmam için çizgilerini ezberlemek zorunda bırakıldığım haritalardaki hiçbir çizgiyi, hiçbir yazıyı göremedim buralarda. Buna rağmen hayatımdakileri kaybettim. Hayalî olanın ekvator çizgisi olmadığını da anladım yürürken. Çünkü gördüm dünyayı tam ortadan ikiye ayıran o şeyi: insan. Hissettim, maruz kaldım ve ağladım. Sessizce işlediğim son cinayetti, dedim ya.
Ne bir veda ne de bir dua. Hiçbiri aklamaz beni bir daha. Bir daha hangi ana doğurur beni bilmem. Ama bilirim kimse öldürmeye de tenezzül etmez. Kafam üstündeyken yatmam artık hiçbir Goethe'de, hiçbir bankında konaklamam artık bu memleketin. Bir daha ne ben bulabilirim kendimi ne de şehirler aklar beni. Yoruldum yine bir ara, oturdum ve ağladım. Dedim ya, sessizce işlediğim son cinayetti.
Bir günde doğdum ama her gün battım ilk gençlik yıllarıma, bilhassa kendime. Sonra büyüdüm biraz daha, vazgeçtim bundan. Bir günde doğdum ama her gün yaşamak istedim. Dört elle sarıldım hayata ama çok önemli bir telefon gelmişti; bir elimi ayırıp cevap veremedim geleceğime, sessize almak isterken bir elimi daha bırakmıştım, boşluğa bıraktım kendimi; boşluğa sarılı hâlde kaladurdum. Kulağıma değen notaları, gözlerimden süzülüp içeri giren görüntüleri; burnumdan aşağı pörsüyen hayalî kanlar kadar somut hissettim.
Ardından çığlıklarına eşlik etmek istediğim bir martıya rastladım zihnimin kıyısında. Birbirimize baktık ve sustuk. Peygamber Hulda konuştu az ötede gözlerimin içine bakarak, enstrümanlar çaldı kafamda o an. Bir şeyler daha söylemek geçti belki içinden ama vazgeçti. Duyamadım ilk dediklerini zaten sonra da kanatlanıp uçtu. Düşündüm neden özgürlük uçmakla imgelenir diye, düşündüm gökyüzünde tutsak olmak nasıl bir şeydir diye, hayâli geldi aklıma sonra cennetin. Neden hep serindir cennet? Düşündükçe üşüdüm, düşündükçe içime cehennem düştü, düşündükçe buz tuttu elim ayağım. İçimdeki ateş neden vurmaz dışıma? Aradaki aşılmaz vakum nedendir, düşündüm. Sonra ben de kanatlanıp gitmek, gözden kaybolmak istedim. Etrafıma baktım, bedenimin ardından silüetimin görüntüsünün kaybolacağı bir çift göz göremedim, teki olsaydı yeterdi. Sonra kollarıma baktım, beni uçuracak bir çift kanada benzemiyorlardı, teki olsa yeterdi belki diyecektim ama o da yetmezdi anladım. Anladım ıstırapların zihnimin de uçmasına engel olan kelepçelerle tutsak ettiğini beni. Çöktüm dizlerimin üstüne, ağladım. Sessizce işlediğim son cinayetti…
İlk gençlik çağları hep böyle midir? İlk gençlik çağları neden hep böyledir? Hayrı yok gün ışığının, oysa gecenin şerri eksiksiz. Üstüme çiselenen kula tonunda ne kadar yağmur varsa hepsi geceden. Gelenden geçenden nem kapmam hep geceden... Geceleri bazı insanlar uyur. Uçurtmaları ipinden sanki kaçacakmış gibi sıkıca tutup izin verdikleri müddetçe yükselten rezil insanlarla dolu dünya. Dünya, kendinden daha rezil varlıklara ev sahipliği yapıyor. Canım insanlar çok güzelsiniz diyorum yine de korkudan. Canım insanlar diyorum, iyi ki varsınız diyorum utançtan. Canım insanlar, siz olmasaydınız ne yapardım ben? Hep acizlikten… Canım insanlar… Elim de kolum da bağlı değil ama ya aklım? Kafamı kaldırdım göğe, sessizce ağladım. İşlediğim son cinayetti, dedim ya.
Tepeden tırnağa koştum aklımın içinde. Çok şey vardı, çok… Hep çarptım, hep takılıp düştüm. Çok ses çıkardım ve sanki en zor şey bir iki adım atmaktı o an dünyada. O an kimse yürümüyor, sevişmiyor, uyumuyor, yiyip içmiyor, öldürmüyor, ölmüyor, küfretmiyor, gülmüyor, çalmıyor, hareketsizce, yalnızca bana bakıyordu; en nefret ettikleri şeylerin bir ağızdan tükürülüp topuğu kırık bir kundurayla üstüne basılarak yayılmış bir pislikmişim gibi. "Neden az önce bir tek göz ararken bakmayan siz, şimdi gözlerinizi benden ayırmıyorsunuz?" diye haykırdım. Sanki az önce hepsi durmuyormuş gibi devam ettiler yapıp etmelerine, hiçbir şey olmamış gibi. Kimsenin işine gelmiyor kusuru üstüne almak. Kusur benim de değil ne yapayım, sessizce ağladım. İşlediğim son cinayetti.
Neysem o değilim, ne değilsem oyum. En sevdiğim şeye nefret besler, en çok nefret ettiğim şeye âşık olurum. Ne kadar rezil olduğumu bir ben bilirim, bir ben unuturum.
İnsandır ki, gözünü kapatmadan öldü denmez, öldü denmez selâsı bitmeden dudaklarında müezzinin. Benim gözlerim açık ve selâm rafta hâlâ… Yine de öldü sayılırım, yok artık silindiğim kayıtlar da... Düşmanım ne zaman ne de mekândır; onları ayarlayan insanlaradır hoyratlığım. Saatleri ayarlama enstitüsünedir söz gelimi. Düşünüyorum her saatin bir gün olduğunu, düşünüyorum günlerce tuttuğumu elini yârin... Hayalimin sonunda her bir müridimin eline bir mızrak veriyorum ve Halit Ayarcı’yı gösterip, “Sallayın mızrakları,” diyorum, “Hedef orada!”. Mızraklardan biri muhakkak öpüşmek üzere olan birilerine çarpıyor ve sonucunda şehirlere bombalar yağarken insanların öpüştükleri günler geliyor aklına tüm memleketin, benim yüzümden. Hayat aktıkça, çaresizce kapattım yüzümü ellerimle. Sessizce ağladım ıslatarak elimdeki kiri. Dedim ya, işlediğim son cinayetti…
Gözlerimde çapakların tohumları bile yeşermeden henüz, daha da uyanıyorum geceye. Öylesine seviyorum her şeyi, öylesine nefret ediyorum her şeyden. Mantığa dayanan birçok sebepleri olabilir, tamamen akıl dışı da olabilir hepsi. Ama ben böyle mutluyum ve mutsuzum. Böyle nefes alıyor ve öksürüyorum. Sevmek mesela, bir zenginlik türüyse bile paramı göstermek istemiyorum. Fakirlik türüyse de borçlarımı saklıyorum en azından. Bir gözümden yaşlar süzülürken, öbürü gülmekten kısılıyor.
Buna dayanamaz hâlde tüm sokaklarını gezdim bu şehrin. Şahitlik ettik birbirimize, iki dostuz biz birbirinden nefret eden. Betondan duvarları delik deşik, yolları yeni ziftlenmiş ama altyapısı bozuk, tabelaları yeni ama yanlış yönleri gösteren iki dost… Böyle böyle seri katil olduk beraber. O, öldürdüklerini içimde saklar, ben öldürdüklerimi üstüne akıtırım toprağının. Hiçbir cinayetim son değildi. Ama umuyorum ki bu son olacak; oturuyorum, ağlıyorum, sessizce, son…
1/6/18
Fotoğraf: Kayra Neşad
Serhat Tepe
2020-11-29T15:50:17+03:00Muhammed yorumunu şimdi fark ediyorum kusura bakma. Güzel düşüncelerin için çok teşekkür ederim, sen çok yaşa.
Muhammed Dalpalta
2020-10-22T04:17:29+03:00Duygu dolu, çok ağır, çok keskin bir deneme. Kalemine sağlık kardeşim. Deneme konusunda bu kadar sağlam bir kaleminin olduğunu bilmek beni mutlu etti. Kalemine kuvvet, ruhuna sağlık.
Serhat Tepe
2020-09-24T11:55:30+03:00Kıymetli değerlendirmelerinizi esirgemediğinizden ötürü teşekkür ederim Vedat hocalar... :) Beğenmişseniz ne mutlu bana.
VEDAT SONKAYA
2020-09-23T16:49:05+03:00Yorumlara harfi harfine katılıyorum. Çok duygulu, göndermeli, içinden yazıyorsun. Buna bunca yıllık dostun olarak kendim şahitlik ettiğim için biliyorum yürümek sana yarıyor sanki sokakları nakış nakış okuyorsun adımlarınla sonra bunu bir şiirle, bir denemeyle anlatıyorsun. Hayatın ve zihnin içinden şeylerle besleyip bize okumaktan, okumaktan ve okumaktan başka bir şey bırakmıyosun. Eline sağlık. İki yıl öncenin esintilerini bu gün içimde hissediyorsam sen yazıyorsun demektir. Kayra'nın çekimi de ayrıca güzel bir bütünlük oluştumuş onun da eline sağlık.
Serhat Tepe
2020-09-23T16:09:47+03:00Teşekkür ederim Kayra, cansın.
Sana da teşekkür ederim İlayda, beğenmen beni çok mutlu etti. ❤
Kayra Neşad
2020-09-23T15:31:22+03:00Çok teşekkür ederim mocan hocam. Serhat onur duyarım, tabi ki kullanabilirsin :)
Serhat Tepe
2020-09-23T14:59:34+03:00@Kayra, biraz da Hakan Günday'ın Az kitabını hatırlattı bu farklı yerlerden gelip birbirini bulma durumu. Dimağına sağlık tüm fotoğraflarını seviyorum, istisnasız. Ve ne yazarsam yazayım eşleştirebileceğim bir fotoğrafın illaki oluyor. Bundan sonraki içeriklerimi de senin fotoğraflarınla anlamlandırmayı düşünüyorum müsaden olursa.
mocan
2020-09-23T13:56:34+03:00kayra ben fotoğrafa bir şey dememiştim seni yakalamışken söyleyeyim, çok iyi bi fotoğraf bu cidden çok beğendim. orada olmak istedim :)
Kayra Neşad
2020-09-23T12:33:40+03:00Sen sen iki yıl önce bu yazıyı yazdığında bende sırf birbirlerini bulsunlar diye bu fotoğrafı çekmişim gibi. Kalemine sağlık dostum, yine harikalar yaratmışsın. Fotoğrafımı burada görmekte ayriyeten çok mutlu etti beni :)
Serhat Tepe
2020-09-23T03:01:10+03:00Kıymetli yorumun için teşekkür ederim Yasemin, beğenmen değerli. Cansın.
Yasemin Çargıt
2020-09-23T01:00:47+03:00Övemeye geldim:) En başta fotoğrafın denemesini yazmışsın gibi, farklı zamanlarda meydana gelmiş olmaları şaşırtıcı. Yazına ve diline söyleyecek çok da bir şeyim yok okuması keyifli, yaşaması zahmetli. Emeğine, düşüncene sağlık.
Serhat Tepe
2020-09-23T00:32:36+03:00@Yusuf, eksik olma güzel dostum. Şarapların kıskandığını bildiğim bir şey varsa o da senin gibi yılların eskitemediği bir dost, iştirak ettiğin dostluktur. Senden böyle bir beğeni ve yorum almak benim için oldukça muteber. Cansın.
@Mocan hocam, edebiyat hakkında bilgisi ve zevki iyi olan birinin beğenisi almak mutlu etti. Teşekkür ederim, var ol.
@Cem, teşekkür ederim. Fotoğraf dediğin gibi çok güzel, umarım deneme de yanına yakışmıştır. Teşekkür ederim.
Cem Kılınç
2020-09-23T00:10:40+03:00Fotoğraf ve yazının uyumu ve her ikisinin de mükemmelliği. Elinize, emeğinize, kaleminize sağlık:)
mocan
2020-09-22T23:18:27+03:00göze aldım ve bu uzun yazıyı okudum. iyi ki okumuşum. ellerine sağlık serhat :)