Karanlığa kendinden başka bir şeye dönüşme yetkisi verilmiş kadar ışıksız bir gece. Tiflis’te, yalnızca çatısına tırmanıldığında Kura Irmağı’nın yakamozlu kıyıları görünen, canlılığın sınırında bir derme çatma. Bir yokuşun sırtı. Civarda yedi ya da sekiz hane var. Biz evde yedi ya da sekiz kişiyiz. Bir salon, bir mutfak. Tuvaleti dışarıya koymuşlar. Bir rüya olmalıydı bu, değil. Etrafıma bakınıyorum. Renkler kokuyor. Kokuları seçebiliyorum gözümle. Gözlerim bakmıyor, akıyor sabitlendiği yere. Bakışlarım temas ettiği noktadan seçiliyor. Hangi görüntüden dehşete kapılacağıma karar veremediğimden hiçbirine aldırış etmiyorum.
Kuzinenin üzerinde, irili ufaklı, şekilleri birbirine benzer taşları haşlıyor biri. Diğeri hemen solunda, kokusu reyhanı andıran bir demeti kaynatıyor. Bir diğeri saçlarını dikiyor kanepeye. Dikiş makinesine gösteriyor ürettiğini, yarım dakikada bir.
Gördüklerim silik, birbirine karışmış, temaslarını tahminden öteye geçiremiyor algım.
Üç kişi salonun solunda, ayaktayken bel hizalarına gelen masanın altına oturmuş. Üstlerinde kahverengi örtü, kaynayan tencere. Kuzineden bakraçla su taşıyor biri, ha bire. Tencere kaynıyor. Taşıyıcı parmağını dokunduruyor suya bir santim. Çıkarıyor, yeşil. Gırtlağımda garip kokular, renkler, sesler. "Neden" diyorum saçlarını dikene. En sakini o çünkü. Sese dönüşmüyor sorum. Ama anlıyor. Eliyle duvarı gösteriyor. Önce duvara, ardından ona bakıyorum. Yüzü ekşi. Kokuyor. Bilmek için burnuma ihtiyaç duymuyorum. Saçları beyaz, aralarına turuncu ipler dikmiş. Gözlerine baktıkça, bedenini ve aklını ve ruhunu bu koltukta dike dike inşa etti sanıyorum. Yalnız ip kullanmamış ama, belli. Bir yerlerden aşırdığı et parçalarıyla büyütmüş kendini. Sağ elinin işaret parmağı duvarı gösteriyor. Sabit. Midemde bulantı. Gözlerimde bulantı. Kokular, sıcaklıklar, turuncular, yeşiller, sarılar. Bir tabutun içi olabilir burası.
Hala, ısrarla duvarı gösteren parmak uçlarını ısırasım gelince, civarımda büyüyen ve şu an bu parmakları ısırarak koparsam kimsenin şaşırmayacağı manzarayı uzun seyrediyorum. Ayaklarımın altında kırmızı, gri, bej, sarı bir halı ölüyor. Koku artıyor. Adam kuzineden su taşıyor, ha bire. Herkes sessiz. Sade eşya sesleri. Fokurtu, çıtırtı, tıkırtı, fısıltı. Hepimiz bir eşyayız burada.
Kapıyı gözlüyorum. Pencereleri gözlüyorum. Gerçeğe dair bir şey yok. Gözlerim: kafa tasımın çatlağı. Bir şeyleri eksiltmem gerekmiş görmem için. Merakımla derimi yırtmışım. Burada an böyle görünürmüş.
Midemdeki yeşil koku gırtlağımdan yukarı ekşimekler taşıyor. Susamak kaynıyor içim. Aklım kime sorsun bunu? Hoş değil.
Masadakilerin dibindeki pencere açık. Çekingen rüzgar yalnız birkaç karış havalandırabiliyor sarıdan beyaza, beyazdan griye, griden mavinin en mavi olmayan tonuna dönmüş perdeyi. Perdenin bir kısmı uzunca, dikdörtgen kesik. Sobanın önündeki, pelerin gibi üzerine giyinmiş perde eksilenini.
Sesimi zorluyorum. Gırtlağımda bir örümcek yumağı. Nefes alabiliyorum, ses alamıyorum. Hep içeriden bazen dışarıdan. Pencereye yürüme fikri buradaki en cazip şey. Kapılıyorum. Kuzinedeki pelerinlinin, terzinin, masa altı uğraşıcılarının oyunlarını bozmadan sessiz, ilerliyorum pencereye. Cam çerçeveleri ahşap. Yer yer çatlamış. Karanlık ve rüzgar doluyor içeri. Karanlık çoğalıyor. Rüzgar çoğalıyor. Kaşlarımı yukarı kaldırıyor esinti. Yanaklarımı dövüyor. Kokusuz, ferah esinti. Perdeyi yukarı kaldırıyor. Pelerinlinin pelerinini kaldırıyor üç santim. Masanın altındakiler tepkisiz. Dikişçinin kılı kıpırdamıyor.
Kaslarımın kıpırtısı durağanlaştığında bir kuzgun dalıyor pencereden. Bir yaşlı, camın önünde beliriyor. Ne teyze derim ne amca. Sade yaşlı. Sade ihtiyar. Pencereye tırmanmış, kim bilir nasıl. Gözlerinden biri yok. Kuzgunun ağzında. Hayretle, dehşetle, ağzında bir avuç kanla onu seyrediyor. Çenesinden boy vermiş koyu seyrek kıllar irin kırmızısıyla buluşunca topraktan yeni çıkmış bir şeye benzemiş siması. Biraz evvel dününü reddetmiş bir şeye. Bir yer elmasına belki. Ölgün bir yer elmasına. Kuzgun zamanın dışından içine kanat çırpıyor. Önce mutfağa dalıyor kanatları, karanlıkta kayboluyor. Neden sonra kanatlarının tozunu odaya yeniden savuruyor. Yarım metre üstümden aşıp dikişçinin tepesine konuyor. Ondan siyah bir tüy eksiliyor omzuma. O aydınlığa azalmıyor belki, ben zifire çoğalıyorum.
Rüzgar soluğumu, gördüklerim aklımı kesince dikişçinin karşısındaki, az evvel eliyle gösterdiği duvara bakıyorum. Olan hiçbir şeye şaşıramıyorum. Yetilerim elimden alınmış. Ömrüm burada başlamış, burada bitecekmiş gibi.
Dönüyorum. Ben sakinim, o duvar. Karşımda. Pürüzsüz. Üzerinde genişten bir tablo. Göğsüm daralıyor bir aralık. Elimle bastırıyorum. Yaklaşıyorum. Hem tabloya hem duvara. Üzerinde yazıyor: Üç Adım Tablosu.
Bir an kaynatıcı bana gülüyor. Bakışları yeri gösteriyor. Yere bir işaret çizilmiş. Turuncu. Tabloya tam üç adım kala. Duruyorum. Ayaklarımı çizgiye ayarlıyorum. Nedenini bilmiyorum. Tam oradan tabloya bakıyorum. Süzüyorum. Gözlerimin kilidi açılıyor. Süzüyorum, etim hariç, daha soyut bir salona alınıyorum.
Süzüyorum, yüzüm kayboluyor. Daha dikkatle, süzüyorum:
Terzi tablonun içinde; kuzine, masa, altındakiler, perde, taşıyıcı, kaynatıcı, pelerinli; kokular; sessizlik... Kuzgun ve penceredeki yaşlı. En önde bir karartı, yüzsüz. Hacimli ama uzuvsuz. Tablodan seyredenine bakıyor. Bir çizginin üzerinde. Tam üç adım kala. Bir tablonun içi burası: Üç Adım Tablosu.
Bektaş Şenel
2021-03-21T15:27:33+03:00Elif, yorumunu okuyunca ben de ilginç, güzel hisler duyumsadım. Metnin bir akılla bu şekilde temas kurması, ilişkilenmesi çok kıymetli benim açımdan. Çok memnun oldum. Eksik olma. :)
Bektaş Şenel
2021-03-21T15:26:04+03:00Yasemin, çok teşekkür ederim bu güzel yorumun için. Senden de bir öykü bekliyorum artık. :) Eksik olma...
Elif Asker
2021-03-21T13:57:09+03:00Anlatımını, konusunu, özellikle de sonunu çok beğendim. Ama biraz alakasız bir yorum yapacağım. Çocukken gerçekten renklerin kokusunu alabiliyordum ben. Sinestezi denen bir durum var biliyorsunuzdur. Büyüdükçe beyin duyuları ayrıştırmayı öğrendiğinden kayboluyormuş benim de kayboldu. Bu yüzden "renkler kokuyor" diye bir cümle okuyunca çok garip hissettim. Sanki birden geçmişe dönmüşüm gibi renkler kokular karıştı, başım döndü neredeyse. Öykünün geri kalanına da o kadar güzel yayılmış ki bu şimdiye kadar neredeyse hiç yaşamadığım bir deneyim yaşadım okurken. Gerçekten içindeymişim gibi, nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Sanki kelimelerin, öykünün de kendi kokusu vardı. Zihnimde unuttuğum bir yerlere dokundu. Teşekkür ederim böyle güzel bir öykü yazarak okumama vesile olduğunuz için.
Yasemin Çargıt
2021-03-18T21:42:00+03:00"ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
sesin fotoğrafı
boşluğun fotoğrafı
parmak uçlarındaki karıncanın
ruhtaki üşümenin..." dizelerini anımsadım. Ne güzeldi bu renklerin kokusunun yayıldığı öykü. Nasıl yazıldığını bilmek ayrıca hayranlık verici.
Bektaş Şenel
2021-03-17T18:36:33+03:00Eksik olma Ferah. Mutlu etti yorumun, çok teşekkür ederim.
Ferah
2021-03-17T12:34:07+03:00Yer yer içimi ürpertti okurken. Sonunda ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Uzun zamandır böyle etkileyici bir öykü okumamıştım. Kaleminiz hep var olsun hocam.🙏
Bektaş Şenel
2021-03-17T10:11:46+03:00Aslı, bu etraflıca yorum için teşekkür ederim. Böyle düşünürdürebildiysem ne mutlu bana.
Poyraz, eksik olma dostum. :) Bunu bir şaka olarak alıyorum.
Serhat, esas sen iyi ki okumuşsun. Eksik olma dostum.
Fikriye, Sadık Hidayet okumalarımın üzerinden 7-8 yıl geçmiştir. Ama varsa şayet, bu benzeyişten memnun olurum. Teşekkürler.
Reyhan, böyle düşünmen ne güzel. Eksik olma, çok teşekkür ederim.
Reyhan Polat
2021-03-17T09:52:55+03:00Konusu, anlatımı çok etkileyiciydi. Çoğu yer devam etmemi engelledi, durup düşündürdü. Kaleminize sağlık Bektaş hocam.
Fikriye Kaçar
2021-03-17T09:30:06+03:00Öykü etkileyiciydi, biraz Sadık Hidayet'in kalemini anımsatmış.
Serhat Tepe
2021-03-17T04:57:51+03:00bir solukta okudum, etkileyiciydi. yorumları okuyunca daha da hayret ettim. sonra dedim ki, bektaş şenel bu canım neye şaşırıyorsun... kaleminize sağlık hocam, iyi ki yazmışsınız.
Aslı
2021-03-17T00:41:19+03:00Geçenki konuşmadan sonra çok merak ettiğim bir öyküydü. :) "Karanlığa kendinden başka bir şeye dönüşme yetkisi verilmiş kadar ışıksız bir gece." müthiş bir giriş cümlesi olmuş bence, iki kere okuyup öyle başladım. "Bir şeyleri eksiltmem gerekmiş görmem için." en dikkatimi çeken cümle oldu, basit ama etkileyici bir cümle bence. Yirmi dakikada ve zor kelimelerden yola çıkılarak yazılmış olması hayrete düşürüyor beni. :) Öykü okumam ve sevmemde katkın büyük. İyi ki yazıyorsun da okuyoruz.🌿
Bektaş Şenel
2021-03-16T23:59:59+03:00Teşekkür ederim Gülizar. O senin bakışının güzelliği. Eksik olma. :)
Kafaları denk düşürüp sana da yapalım böyle şeyler Mocan. :) Çok teşekkür ederim. Var ol.
mocan
2021-03-16T23:50:24+03:00tiflis'i görür görmez ne olduğunu anladım. ciddi zeka işi; ellerine, aklına sağlık bektaş hoca :)
Bektaş Şenel
2021-03-16T23:16:58+03:00Yirmi sekiz yıl + yirmi dakika...
esprisini yapmamak için zor tuttum kendimi. Teşekkür ederim Ayşenur Cengiz. Gölgenin yakınından nice öykülere...